kapitalizmin mezar kazıcıları
  temel görüşler
 



GİRİŞ

"Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti…" Marks ve Engels'in 1848'de Komünist Manifesto'ya girişte yazdıkları bu cümle bir gerçekliğe işaret etmekteydi. Gerçekten de 1800'lü yılların ikinci yarısı tüm kıta Avrupasında komünist fikirlerin yayıldığı bir siyasal, toplumsal süreç oldu. Komün deneyimiyle ise proletarya ve tüm ezilenler Marks'ın deyimiyle tarihte ilk defa "proletarya diktatörlüğü" nü ilan ederek, bir başka dünyanın mümkün olduğunu göstermişti. Bu iktidar yıktığı sınıfa dahi özgürlükler tanıyacak kadar geniş bir demokrasiydi. Artık bir azınlığın halk üzerinde egemenlik kurmasına yarayacak profesyonel ordu, polis gibi siyasal zor ve baskı aygıtları yoktu. Baskı aygıtı silahlı tüm halktan oluşmaktaydı. Zira bu bir çoğunluk egemenliğiydi. Bastıracağı çoğunluk değil,"azınlıktı". Düşman kardeşler Fransız-Alman burjuvazilerinin işbirliği sonucu bu büyük hayal yıkıldı. İşçi devriminin dünya (o zaman için Avrupa) çapında olması inancında olan sosyalistler, bir kez daha bunun nasıl bir zorunluluk olduğunu görmüş oldular.

1900'lü yıllarla birlikte 20. yüzyıla girildiğinde ulusal kurtuluş savaşları ve devrimler çağı bütün ihtişamıyla başlamıştı. Sınıf mücadelesinin Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada giderek güçlenmesi, tarihler 25 Kasım 1917'yi gösterdiğinde Sovyet Devrimi ile taçlanmış, sosyalizm tüm dünyada proletaryanın sempatisini kazanmış, özgürlük mücadelelerinin tüm dünyaya yayılmasına olanak sağlamıştı. Artık kapitalist sömürü düzenine karşı sosyalizm vardı. Sovyet sosyalizmi geri kalmış çarlık düzeninin enkazı üzerinden kısa sürede yeni bir toplumsal sistemin inşaasına başladı, ülke kapitalist kuşatmaya karşın gerçekten de kısa sürede önemli ilerlemeler kaydetti. Lenin'in 1923'te zamansız ölümüyle NEP döneminin sona erdirilmesi ve işçi-köylü ittifakına son verilmesi sosyalizmin kendi içinde önemli sorunlarla daha fazla yüz yüze gelmesine neden oldu. Burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik olan proletarya diktatörlüğü giderek "proletarya üzerinde bir diktatörlüğe" dönüşmeye başladı. Marksizm'in ekonomist yorumuyla sosyalizmin bir iktisadi kalkınma modeline indirgendiği bu süreç: bürokratik çarpıtılmaya uğrayarak siyasette de kendini işçilerin yerine ikame eden bürokratik parti egemenliğine dönüştü. Böylece "bir dönemin zorunlulukları"nın teorize edildiği, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı, tek parti modelinin bir "kural" haline getirildiği bir dönem başladı. Bu mantık burjuva demokrasisinden bin defa daha demokratik olacak olan sosyalizmi tek partiye indirgeyerek örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmış, demokratik mekanizmaları ortadan kaldırarak siyasal zor aygıtlarının (ordu, polis, gizli servisler vb.) toplum üzerinde baskı unsuru olduğu bir sistem haline getirmişti. Lenin'in sağlığında en çok mücadele verdiği ekonomizm, sosyalizmi bir ağaç kurdu gibi içten içe kemiriyor, artıklarından dogmatizm canavarı doğuyordu. Sosyalist demokrasi, Sovyet ülkesinde el birliğiyle yok edilmiş, o da yetmiyormuş gibi diğer sosyalist ülkelerde de aynı tablo yaşanmaya başlamıştı.

Rusya kalesinin savaşçıları, düşmanın saldırılarına karşı kaleden çıkış hareketleriyle civarlarındaki birkaç kaleyi ele geçirmeyi başardılarsa da, başarılarına hiçbir önemli Avrupa ülkesi eklenmedi ve nihayetinde kale halkı isyan ederek "halkın iktidarına" son verdi.

21. yüzyıla tarihin büyük bir ironisiyle girdi proletarya: "Halk iktidarı"na halkın son verdiği koşullarda!"

Komünist Manifesto, komünistlerin proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları olmadığını ilan etmişti. 21. yüzyıl ise halkın komünistleri iktidardan indirmesine tanık oldu.

Komün'den Ekim Devrimi'ne, Ekim Devrimi'nden de bugüne yaşadığımız 132 yıllık tarihsel süreç sosyalizmin gençlik dönemi olarak tarihte yerini alırken, arkasında bir kez daha tekrarlanmaması gereken son derece öğretici deneyler bırakmıştır. İşte bu program, komünistlerin, proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkara sahip olmadıklarına ve yerel mücadelelerden geçecek olsa da proletaryanın geri dönülmez zaferinin ancak bir dünya devrimi ile olanaklı olduğuna inanan komünistlerin, yıkılanı tekrarlamayacak ve gerçekten işçi sınıfının iktidarına ve sosyalist demokrasiye tekabül edecek bir yeni toplumsal yapılanma amacına yönelik olarak tarihe vermek istedikleri yanıtı oluşturma amacındadır. Marksizm ve Leninizm'in ışığı, sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma olan ihtiyaç ve inancımız, "küreselleşme" adı altında empoze edilen emperyalizmin egemen güç olduğu verili koşullarda yolumuzu aydınlatıyor ve bizi kopmaz bağlarla devrim ve sosyalizm davasına bağlıyor.

BÖLÜM I: EMPERYALİST KAPİTALİZMİN DURUMU

1. "Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı, sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı, dünyanın uluslar arası tröstler arasında paylaşımının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında paylaşılmasının tamamlanmış olduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir." (Lenin) Geçen yüzyılın başlarında başlayan kapitalizmin bu yeni aşamasında iki büyük emperyalist paylaşım savaşı oldu ve dünyanın önemli bir bölümü yeniden paylaşıldı. Birinci Paylaşım Savaşı'nın sonunda gerçekleşen Ekim Devrimi ile dünyada ilk kez işçi sınıfı ve emekçilere yol gösterecek siyasal ve toplumsal alternatif oluştu. Sosyalizmin ortaya çıkışı kapitalizmi (onunla rekabet yoluyla) yeniden bir dinamizme zorlarken, ABD emperyalizminin patronluğunun yine esas olarak bu antikomünist rekabet sayesinde benimsenmiş olmasının getirdiği dünya çapındaki bir nispi uyumluluk bu dönemin karakteristik özelliği oldu. İkinci Paylaşım Savaşı'nda Hitler faşizminin yenilmesinde büyük payı olan SSCB, savaşın galipleriyle birlikte masaya oturdu ve Avrupa ile Asya'da sınırların yeniden çizilmesinde belirleyici rol oynadı. Böylelikle savaşın sonunda liderliği ABD'ye geçen ve kendini "yeniden üretme ve geliştirme" potansiyellerini hızlandırarak sürdüren kapitalist-emperyalist sisteme karşı, Sovyetler Birliği'nin öncülüğünde, Doğu Avrupa ve Çin'deki "reel sosyalist" devletler, ve giderek genişleyen ulusal kurtuluş mücadelelerini de kapsayan bir blok oluştu.

2. Bilimsel ve teknolojik üstünlükleri bağlamında iki bloğun liderlikleri arasında başlayan "iki süper gücün" çok yönlü mücadelesi, "soğuk savaş" denilen 45 yıllık bir süreci başlattı. Bu süreçte "iki süper güç" arasında, ekonomik, politik, teknolojik, askeri ve stratejik vb. çok yönlü bir rekabet sürdü. Konvansiyonel silahlardan nükleer silahlara, kıtalararası balistik füzelerden uzay yarışına, askeri bloklardan ekonomik ve ticari oluşumlara vb. kadar dünyada bir "denge durumu" oluştu. Ancak, denge Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'nın çöküşüyle birlikte kapitalist-emperyalist sistemin lideri konumundaki ABD'nin lehine bozularak dünyada "yeni bir dönem" başladı.

3. "Soğuk savaş" dönemi boyunca emperyalist kapitalist blokta her şey komünizm tehdidine karşı şekillendirildi. Siyasal yaşamdan kamu yaşamına dek bu tehdidin etkisi hep var oldu. Bu süreçte, kapitalist emperyalist devletler, komünizm tehdidine karşı Türkiye'nin de içinde olduğu birçok bağımlı devleti emperyalizmin ileri karakolları haline getirerek bu devletlerdeki siyasal atmosferi otoriterleştirerek halkların devrimci ve demokratik mücadelelerini şiddet kullanarak bastırılmasını sağladılar. Bu amaçla militer ve paramiliter gruplar kurup bizzat örgütleyerek kullandılar. Bu anti-komünist konsept esas olarak ABD'nin ulusal güvenlik stratejilerine göre şekillenen milli güvenlik stratejileri ile oluşturuldu.

4. Sermayenin merkezileşmesi ve üretimin yoğunlaşması 20. yüzyıl boyunca artan bir hızla sürmüş ve günümüze kadar devam etmiştir. Şimdi, 21. yüzyılın başında, kapitalist ekonominin belli başlı sektörlerindeki üretimin ve ticaretin çok büyük bir kısmı az sayıda çok uluslu tekelin elinde toplanmıştır. Başka bir deyişle dünya üzerinde egemen olan tekellerin sayısı azalırken; ekonomik ve siyasal güçleri olağanüstü derecede artmış, artık dünya çapında ve ülkeler bazında her sektörde bir kaç büyük tekel her şeye egemen olmuştur. Çok uluslu tekeller arasındaki mücadele kapitalist ekonominin en etkili sektörü olan enerji ve teknoloji alanında sürmekte ve çok çeşitli biçimlere (şirket birleşmeleri ya da evlilikleri, şirket satın almaları, borsada hisse senetlerinin toplanması vb.) bürünmektedir. Birinci Paylaşım Savaşı'ndan bu yana kapitalist üretim ve yeniden üretimin temel sektörlerinden olan enerji kaynaklarının denetimi ve paylaşımı, şimdi emperyalistler arasında en önemli mücadele ve yeniden paylaşım alanı olmaya başlamıştır.

5. Dünyanın belli başlı emperyalist devletler tarafından paylaşımı yeni bir sürece girmiştir. Sovyetler Birliği'nin yıkılışından sonra dünyada tek başına etkinlik kurmaya başlayan ABD, dünya ölçeğindeki egemenliğini pekiştirmiştir. Bu süreç, 21. yüzyılın başından itibaren belli başlı emperyalist devletler ve büyük güçler arasındaki çelişkilerin artmasına ve giderek derinleşmesine yol açmıştır. Özellikle 11 Eylül'den sonra ABD, terörle mücadele bahanesiyle tüm dünyada istediği yere müdahale etmekte, bunu yaparken de referansını iki kutuplu dünyanın dengelerinden alan ve kendine engel olabilecek tüm kuruluşları bile gerektiğinde devre dışı bırakmaktadır. Dünya pazarının bütünleşmesinin bugünkü aşamasında ABD, kendi avantajlarını koruyarak sürece hız verme kararı almış durumda. Bu aynı Lenin'in söylediği gibi onun yıkımını getirebilecek olan çelişkileri de şiddetlendiriyor. Ve en önemli farklılık da sosyalizmin sağladığı (kapitalizm için) kendini yeniden üretme motivasyonunun ortadan kalkmış olması. Burada kapitalizm sosyalizmi dünya üzerinden silmeye kalkışırken aynı zamanda kendisinin yenilenme nedenlerini de ortadan kaldırmaya yönelmiş olmaktaydı. Bu geçtiğimiz yüzyılla iki temel farklılığı ortaya çıkarır:

  1. Kapitalizm kendini yenileme dinamiğini 1917 öncesine geri döndürmüştür.
  2. Alternatif bir sistemle bölünmüş bir dünya pazarı yerine bir dünya devletinin oluşumuna olanak verecek bir dünya pazarı/dünya çapında yeniden üretim dönemi başlamıştır. Bu yeni döneme karakteristiğini veren olgu emperyalizmin bu yeni "küresel müdahale stratejisi"dir. Yeni dönem ultra emperyalizm tezinde olduğu gibi barış değil genel ve bölgesel savaşlarla birlikte, dinsel, kültürel, etnik çelişkiler ve çatışmaların, sınıfsal ve ulusal mücadelelerin daha da gelişeceği bir dönemdir. Anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-küresel ve savaş karşıtı kitle hareketleri yükselme seyri göstermektedir, emperyalizmin bu yeni aşaması, yeni iktisadi ve siyasal krizler ve yeni devrimlere gebedir.

6. Bugün sermaye ihracı olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. Sermayenin ihracı ve geri dönüş biçimlerinde (yabancı sermayenin karlarının geri dönüşü ve yatırımların garantiye alınması için tedbirler ve teknolojik bağımlılıklar vb.) önemli değişiklikler olmuştur. Bunların başında IMF, DB, DTÖ gibi kurumlar kanalıyla gerçekleştirilen istikrar programlarına dayalı krediler ve ilgili ülkenin maliyesinin sıkı denetimi çok ileri boyutlara (kredilerin kesilmesi, ticari ve teknolojik ambargo, nitelikli gümrük antlaşmaları ve çeşitli borsa oyunları vb.) ulaşmıştır. Sermaye ihracının doğal sonucu olarak dış borç kıskacına alınmış bağımlı ülkeler geri bıraktırılmışlığı yeniden üretmekte ve yeniden yeniden borçlanmak zorunda kalmaktadır. Bu borçların ödenmesi için de ulusal servetler talan edilmektedir. Kuşkusuz ülkenin bu talanından yerli işbirlikçiler de paylarına düşeni almakta olduklarından mekanizmanın bir biçimde devam edebilmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

7. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, kapitalist üretimin temel sektörlerinde önemli değişiklikler yaratmış ve otomasyonun sağladığı imkanlarla gerçekleştirilen reorganizasyon işsizliği artıran bir etken olmuş, bir yandan da kapitalist tekeller arasındaki maliyeti düşürme rekabeti, işçi ve emekçi ücretlerini düşürerek yaşam standartlarını etkilemiştir. Bu süreçte kapitalist üretim ve yeniden üretimin stratejik işkollarında değişiklikler olmuş, enerji, bilişim, iletişim gibi işkolları en önemli işkolları haline gelirken, daha da gelişen otomotiv ve reklam sanayileri kapitalist ekonominin sürükleyici sektörleri olmuştur. Ayrıca, temel hizmetler yasası, yerel yönetimler yasası, iş yasası gibi saldırı yasalarıyla birlikte, "devleti küçültme" adı altında sürdürülen neo-liberal politikalarla en temel sosyal hizmetler dahi metalaştırılmakta, esnek üretim yaygınlaştırılmakta, özelleştirme, sendikasızlaştırma, işsizlik olağanüstü boyutlara ulaşmaktadır.

8. Dünya nüfusunun % 1'ini oluşturan 50 milyonluk kısmının dünyanın en yoksul % 57'sinin serveti kadar bir servete sahip olduğu düşünülürse durumun vehameti ortaya çıkmaktadır. Globalizm ifadesinin ortaya çıktığı son yirmi yılı bir önceki yirmi yıl ile karşılaştırdığımızda ekonomik büyüme oranının yoksullar aleyhine daha fazla bozulduğunu, ortalama insan ömrü artışının insanlığın 4/5'i için geçerli olmadığı, bebek ve çocuk ölümleri oranlarında azalma olmadığı görülmektedir. 1960'da dünya nüfusunun % 20'sini oluşturan en zengin ülkelerle yine dünya nüfusunun % 20'sini oluşturan en yoksul kesimin gelir farkı 30 katken, bu rakamın 1997 yılında 74 kata yükselmiş olduğu gerçeği ortada durmaktadır.

9. Globalizm şartlarında serbest piyasa denilen olgu devletleri, tabi ki sermaye ihtiyacı içinde olanları, piyasa karşısında güçsüzleştirmekte ve kamu çıkarıyla özel çıkarlar arasındaki dengenin kurulmasını olanaksızlaştırmaktadır. Uluslar arası alanda dolaşan sermaye, kamu çıkarlarıyla çatıştığı noktada taviz vermeye ihtiyaç duymadan tası tarağı toplayıp dünyanın bir başka alanına kaçabilmektedir. Buna IMF ve DB'nin ulusal devletleri denetim altına alması da eklenince, bunların (devletlerin) kamu çıkarı adına yapabilecekleri bir şey kalmadığı gibi bizzatihi bu belirlenme dolayısıyla kamu çıkarlarının ifade edilmesini bastırmaya yöneltilmektedir. Emperyalizm dünyayı global bir duruma getirirken, mali bunalımların da global düzeyde birbirini dolaysızca etkilediği bir sürecin önünü açmıştır. Birbiriyle ilişki halindeki ekonomiler birbirlerinin bunalımlarından hızla etkilenir bir hal almışlardır. Bağımlı ülkelerin ekonomileri bu biçimiyle uluslararası dalgalanmalara açık bir hal alarak, bu dalgalanmalardan etkilenmek suretiyle halkın yaşam standardının düşmesine, toplumsal eşitsizliğin artmasına, açlık ve sömürünün artmasına yol açar bir hale gelmiştir. Kısa süre önce yaşadığımız Asya, Rusya ve Arjantin krizleri kısa sürede global düzeyde etki gösterdi ve bir çok gelişmemiş bağımlı ekonomiyi etkiledi. Bu ülkeler izlenen yolun dengesizliğinin ve bunun yarattığı sınıf çelişkilerinin sertliği nedeniyle emperyalist zincirin nispeten kolay kırılabileceği ülkelerdir. Ama Lenin'in ifade ettiği gibi "bir sistem ne kadar çürürse çürüsün, onu vurup devirmeye yetecek bir güç olmadığı müddetçe varlığını sürdürür."

10. Emperyalizme bağımlılık ülke ekonomik kaynaklarının verimsiz kullanılmasına ve sermayenin üretim dışı alanlara kaymasına neden olur. Bağımlı ülkelerde spekülatif sermayenin gelişimine olanak sağlar, rantiyeci bir kesimi geliştirir, ülkede sermaye kendini daha kolay gerçekleştirmek için üretim dışı alanlara kayar, işsizlik ve toplumsal eşitsizlik artar. Bir yanda emperyalizmle işbirliği içinde giderek daha fazla zenginleşen bir kesim var iken bir yanda milyonlarca işsiz, sağlıksız iş koşulları, çocuk iş gücü kullanımı, iş kazaları, kölece çalışma koşulları artar. Lüks tüketimde artma, ideoloji sektöründe (reklam, basın yayın) bir genişleme ortaya çıkar. Askeri sanayii ve militarizm geliştirilir. Emperyalizm halkları boyunduruk altına almakla kalmaz aynı zamanda onların kültürel dokularını tahrip ederek yerine emperyalist sömürüyle uyumlu bir kültür koyar. Magazin kültürü egemen kültür olmaya başlar, toplum kendi ihtiyaçlarına yabancılaştırılır, birey öne çıkarılırken aslında bireysel yabancılaşma sağlanır, toplumda lümpenleşme, futbol fanatizmi, dini köktencilik, şovenizm ve faşizm sosyal tabanı kuvvetlendirilir.

11. Globalizm bir anlamda da Marks'ın 150 yıl önce söylediklerinin geçerliliğini hiç kaybetmediğinin biraz daha iyi görülmesi anlamına gelmektedir. Dünya pazarı birleştikçe, işçi sınıfının ulusal müfrezeleri tek bir sınıf olduklarını ve uluslararası sermaye karşısında çıkarlarının ortaklığını daha iyi görebilme şansına ulaşmakta ve ulusal dar görüşlülükten kurtulma olanaklarına kavuşmaktadırlar. Yani öldüğü sanılan enternasyonalizm, globalizm tarafından görünür hale getirilmektedir. Kapitalizm için söylenmiş her laf neredeyse globalizm için de söylenebilir durumdadır. Kapitalizm kendi mezar kazıcısı işçi sınıfını da birlikte yaratmıştır. Globalizmin mezar kazıcısı ise enternasyonalizmdir.

BÖLÜM II: BÖLGESEL DURUM

12. Emperyalizmin küresel boyuttaki stratejilerinin en iyi izlendiği bölge tarihen hep Ortadoğu olmuştur. teröre karşı bir 3. Dünya Savaşı başlattığını açıklayan ABD, terör yuvaları ve şer ekseni olarak tarif ettiği Afganistan'dan sonra Ortadoğu'ya müdahalede gecikmemiştir. Teröre destek verdiği ve kitle imha silahları ürettiği iddiasıyla Irak'a yapılan saldırı ile ABD sadece dünyanın en güçlü petrol yataklarını denetimi altına almamış, aynı zamanda Irak'ta sürekli asker barındırmak suretiyle hem diğer emperyalist güçlere ve hem de "şer" güçlere karşı stratejik bir üstünlük elde etmiştir. Emperyalizmin bu adımı global düzeydeki hegemonya stratejisinin açık örneğidir. Ortadoğu emperyalizm için her dönemde kilit önemi olan bir alan olmuştur. Zengin yer altı kaynakları, tarihi ve jeostratejik önemi nedeniyle dün olduğu gibi bugün de bu değeri devam etmektedir. Emperyalizmin bugüne dek bölgede güttüğü politikaları bölgedeki halkların kendi kaderlerini tayinlerini engellemiş, yer altı ve yerüstü kaynaklarını ve zenginliklerini yağmalamış, halkları köleleştirmiştir. Irak'ın işgali ile bir başka düzeye sıçramış olan emperyalist işgalin ve güdülecek politikaların halklara özgürlük taşımayacağı, ulusların kendi kaderlerini tayinlerini ellerinden alacağı ortadadır.

13. Bölgedeki istikrarsızlık birinci Körfez Savaşı'yla daha da boyutlanmış, Irak'ın işgali ile süreğenleşmiştir. Emperyalist politikalar yıllarca yan yana yaşamış halkları birbirine düşürmüş, halklar arasında düşmanlık tohumları ekmiştir. İşgal sonucu Ortadoğu'nun hakim karakteri İsrail ile birlikte istikrarsızlık olmuştur. İsrail'e verdiği destek ile Filistin katliamlarının suç ortağı olan ABD, on yıldır sürdürdüğü gıda ve ilaç ambargosuyla her yıl 40 bini "5 yaşın altında çocuk olmak üzere!" 90 bin kişinin ölmesine ortam hazırlamıştır. Savaş ile durum daha trajik bir hal almış durumdadır. Bölgedeki devletler veya politik güçlerin emperyalistlerle işbirlikçi politikaları bölge halklarını karşı karşıya getirmektedir. Balkanlar'da, Filistin'de yaşananlar, Talabani ve Barzani'nin ABD ile işbirlikçi politikaları sonucunda Irak halkları ile karşı karşıya getirilen Kürt halkı bu saptamayı doğrulayan kanıtlardır. Çok açık olarak görülmektedir ki, bu bölgede halkların kendi geleceklerini kendi özgür iradeleri ile belirlemeleri "emperyalist çözüm" politikalarıyla olası değildir.

14. ABD Emperyalizmi Irak'ı işgal etmek suretiyle Ortadoğu'ya yerleşmiş durumdadır. Bundan sonraki olası hedefi Suriye ve İran'dır. ABD, teröre destek verdiği iddiasıyla Suriye'yi askeri ya da siyasi yoldan çözerek İsrail'e olan siyasi ve askeri desteğini daha da arttırmış olacak ve hem de Akdeniz'e açılma olanağını elde edecek yeni askeri operasyonlar için stratejik üstünlük elde edecektir. Bu sayede Türkiye'nin "stratejik önem kozu" iyiden iyiye zayıflayacak, her tür askeri operasyon Türkiye kullanılmaksızın da yapılabilir olacaktır. İran'da "rejimin çökertilmesi" ABD'nin küresel üstünlüğünü fersah fersah ileri götürecek bir olgudur. Ancak, İran'ın işgali girişimleri, bölgede Türkiye'nin dışında kalmasının olanaksız olduğu ciddi bir ateş çemberi oluşturacaktır.

15. Emperyalizme göbekten bağlı olan Türkiye ise, bir yandan AB'ye entegrasyon sürecini yaşarken, bir yandan da Avrasya'da etkin bir güç olmaya çalışmaktadır. ABD ve İsrail ile yapılan askeri anlaşmalar Türkiye'yi bir emperyalist müdahalenin kalkış noktalarından biri haline getirmiş, yeniden yapılanan NATO'nun yeni stratejik konseptine göre oluşturulan G-20'ye dahil edilmiştir. Her ne kadar kuzey cephesi konusunda ABD ile anlaşmazlık yaşanmış olsa da, bu anlaşmazlık esastan bir karşıtlık değildir. Türkiye üs, liman ve hava sahalarını kullandırmak suretiyle zaten bu konudaki eğilimini göstermiştir. ABD'nin bölgede askeri varlığı olsa da Türkiye halen bölgede emperyalizmin önemli bir müttefikidir. Türkiye bölgedeki etkinliğini ve ABD ile ilişkilerini, (soğuk savaş dönemindeki kadar olmasa ve yeni konseptle değişmeye yüz tutmuş olsa da) bölgesel gerilim stratejisi üzerinden kurmaktadır.

16. Ekonomik, siyasal, askeri ve stratejik öneminden dolayı geçen yüzyılın başından beri Kürdistan, emperyalist güçlerin çekişme alanı haline gelmiştir. Kürdistan, iki dünya savaşında da başlıca emperyalist güçlerin ve sömürgeci bölge devletlerinin paylaşım mücadelelerine sahne olmuştur. Bütün bunların sonucunda Kürt halkı genel olarak yalnızlaştırılmış, uluslar arası destekten yoksun kalmış ve kendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmıştır.

17. Kürdistan'ın bölgedeki egemen ulus ve devletler tarafından bölünmesine koşut olarak dört parçalı sömürge statüsü devam etmektedir. Her parçada birbirinden kopuk ve genel olarak gergin ilişkilerin sürdüğü ayrı örgütlenmeleri vardır. Bu bölünmüşlük başlangıçtan beri bir parçanın diğerini etkileyebileceği ve birinin kurtuluşunun diğerlerinin kurtuluş yolunun açılması anlamına geleceği için, sömürgeci egemen devletlerin (ve emperyalistlerin) ortak çıkarları gereği baskı ve terör uygulamalarına neden olmuştur. Aynı şekilde ulusal hareketin her parçadaki örgütlenmesi de hem birbirlerine karşı ve hem de egemenliği altında bulundukları devletlere karşı benzer etki ve tepkileri içermektedir. Bununla birlikte Kürt Özgürlük Hareketi'nin niteliği farklıdır. Kürt Özgürlük Hareketi, feodal aşiret düzenine dayanan Güney'deki Kürt örgütlerinden farklı olarak "modern hareket"tir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin sosyo-politik yapısı ve devrimci potansiyeli, ona farklı nitelikte bir ulusal hareket özelliği kazandırmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi bu niteliğini koruduğu sürece iki halkın stratejik ittifakının önünün açılması bakımından ilişki kurulması gereken temel bir müttefik güçtür.

18. Körfez Savaşı ve ABD'nin Irak'ı işgaliyle birlikte "resmi statüko"lar sarsılmış, bu bağlamda Güney'de ABD güdümünde bir Federe Kürt Devleti'nin kurulmasının önü açılmıştır. ABD emperyalizminin güdümünde de olsa sömürge bir ulusun kendi siyasi geleceğini belirlemesi ve bu hakkını ayrı devlet kurmaktan yana kullanması tartışma konusu edilemez. Ne var ki, kurulacak devlet, bölgedeki mevcut güçler dengesine ve politik güçlerin verili ilişkileri ve çelişkilerine bağlı olarak şekillenecektir. ABD güdümünde hareket eden, onunla işbirliği içindeki bir mücadelenin bölge halkları üzerinde olumlu rol oynamayacağı, diğer ezilen ulusların kurtuluş mücadelelerine ışık tutacak, onlarla gerekli enternasyonalist dayanışma ve mücadele birliği içinde olmayacağı, hatta bu devletin gerektiğinde o uluslara karşı kullanacağı da yadsınamaz bir gerçektir.

19. Kürdistan'da gerilimi tırmandıran bir başka olgu da Kürt Özgürlük Hareketi'nin bir yandan Barzani ve Talabani güçleri ve TC, diğer yandan İran güçleri ile çevrelenmiş durumda olmasıdır. Bu güçlerin imhası ya da etkisizleştirilmesi Türkiye ile diğer bölgesel güçler ve ABD emperyalizmi arasında bir pazarlık unsuru haline gelmiştir. TC açısından böyle bir girişimde bulunmanın yeniden iç savaşı gündeme getirebileceği bunun da toplumsal ve siyasal yaşamı son derece olumsuz etkileyeceği açıktır.

BÖLÜM III: TÜRKİYE'DE SİYASAL ve TOPLUMSAL DURUM

20. Kemalistlerin devlet eliyle sürdürdüğü kapitalizmin yukarıdan aşağıya doğru geliştirme süreci 50'li yıllardan itibaren (yeni dünya koşullarında) genişleyerek sürmüş, 60'lı yıllarla birlikte ülke sathında belirleyici bir öneme sahip olmuştur. Bu dönemden itibaren ülkede kapitalizmin gelişimi, bir yandan tekelleşmeyi hızlandırmış, bir yanda da tarımda geleneksel yapıları hızlı biçimde tasfiyeye başlamıştır. Bu süreç burjuvaziyi sınıf olarak geliştirip güçlendirmiş, tarımda kapitalizmin geliştirilmesi ve toprak sahiplerinin sınıf değişikliğine zorlanmasını, köylülüğün sınıfsal ayrışmalar nedeniyle farklılaşmasını, işçi sınıfının nicel ve nitel olarak gelişmesini, genel olarak ülkede modern sınıf ilişkilerinin belirleyici bir özellik kazanmasını sağlamıştır. Bu bağlamda Türkiye son 30 yıldan beri tarım toplumundan ticaret ve sanayi toplumuna doğru hızlı bir dönüşüm süreci yaşamaktadır.

21. Kapitalizm ülkede yaygınlaşırken, bir yandan hızlı bir tekelleşme doğmuş, bir yandan da küçük meta ekonomisi yaygınlaşmıştır. Kırlardan şehirlere göç hızlanmış ve kırsal alanda sınıfsal ayrışma süreci yaşanmıştır. Burjuvazi içindeki ayrışma süreci de orta ve küçük burjuvazinin giderek güçlenmesine yol açmıştır. Süreç içinde bu sınıfların önemi artmış ve politikada yeni fonksiyonlar üstlenmeye başlamışlardır. Ülkenin ekonomik, siyasal ve sosyal formasyonu, istikrarsızlığı bünyesel bir araz olarak yerleştirmiştir. Bu durum, hızlı ve çarpık değişim ve dönüşümün doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda 60'lı yıllardan itibaren, sol ve sosyalist hareket toplumun bütün kesimlerinde yankı bulmaya başlamış; faşist hareket süreç içinde önemli bir kitle desteği kazanarak devrimci ve demokratik muhalefetin gelişme seyrine paralel olarak karşı-devrimci önemli bir güç haline gelmiştir. Aynı şekilde devlet politikalarından beslenen siyasal islam iktidar alternatifi olabilecek düzeyde gelişme göstermiş ve son olarak anti-sömürgeci ve anti-feodal bir çizgide gelişen Kürt Özgürlük Hareketi, 12 Mart direnişinden sonra Türkiye tarihinin en önemli ikinci devrimci atılımını gerçekleştirmiştir.

22. 1950'lerden başlayarak günümüze kadar gelen bir süreç içinde devlet, siyasal islamın gelişip güçlenmesine yardımcı olmuştur. Özellikle 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde sosyalistlere ve Kürtlere karşı geliştirilen Türk-İslam sentezi'ne dayanan politikalar, siyasal islamın hızla gelişip güçlenmesine yol açmıştır. Bu süreçte islami sermaye, sermaye transferleriyle politik faaliyetinin desteğini oluşturan önemli ekonomik yatırımlar gerçekleştirmiştir. İdeolojik yönelimini devlet ve toplum hayatının bütün alanlarına sokan siyasal islam, dinin toplumsal etkisinden de olağanüstü derecede yararlanarak, siyasette önemli bir güç olmuştur. Siyasal islamın gücü devlet, toplum ve siyaset ilişkilerinden, yani sistemin/düzenin kendisinden kaynaklanmaktadır.

23. Bu süreçte Türk egemen burjuvazisi Kürdistan'da geleneksel yapıları korumaya çalışmıştır. Kürt toprak ağaları, aşiret reisleri ve tekke şeyhleriyle ittifakını sürdürmüştür. Böylelikle egemen burjuvazi Kürdistan'da siyasal istikrarı korumaya çalışırken, Kürt egemenleri ve işbirlikçileri de yerel egemenliklerini korumuşlardır. Anadolu'nun diğer bölgelerine göre daha yavaş gelişse de Kürdistan'da da gelişmeye başlayan kapitalizm, Kürt ticaret burjuvazisini yaratmış, ticaret burjuvazisi sömürüden pay alarak Türk egemenlerinin daha sağlam müttefiki olmaya başlamıştır. Kürt Özgürlük Hareketi'ni bastırma amacına yönelik olarak köylerin boşaltılması ve Kürdistan tarım ve hayvancılığının tahrip edilmesi, Kürt toplumunun sosyo-ekonomik değişimini şiddetle etkilemiş ve şehirlerin ağırlığı bir kaç yıl gibi kısa bir sürede baskın hale gelmiştir. Bu gelişme metropollere alt proletaryanın Kürtleşmesi olarak yansırken, Kürdistan'ın belli başlı şehirlerinin de yedek sanayii ordusuyla güçlendirilmesi anlamına gelmiştir. Kapitalistleşme, Kürdistan'da batıya göçü hızlandırmış ve tarım ve sanayide ucuz iş gücü doğurmuştur. Türkiye kapitalizminin gelişimi sömürgeciliği güçlendiren bir olgu olarak işlemektedir. Kapitalizminin gelişimi enerji, ham madde ve Pazar ihtiyacını arttırmakta, bu da sömürgeci politikaların niteliğini koşullamaktadır.

24. Devletin otoriter ve baskıcı niteliğinin nedeni Osmanlı'dan devralınan aşırı merkezileşmiş, bürokratik, otoriter devlet geleneğinin kapitalist devlet ve toplum formasyonuyla eklemlenmiş ve kendine özgü bir karakter kazanmış olmasıdır. Hem Osmanlı'dan devralınan merkezi ve bürokratik devlet geleneği nedeniyle ve hem de ordunun cumhuriyetin kurucusu ve kollayıcısı olması nedeniyle, askeriye Türkiye'de özerk bir konumdadır. Ordu, tarihsel süreç içerisinde devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru denetleyici bir fonksiyon üstlenmiştir. 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a kadar süren askeri müdahaleler döneminde, ordu bir yandan, devlet ve toplum hayatında ayrıcalıklar kazanırken, diğer yandan OYAK gibi kurumlar ile sınai, ticari, mali sektörlerde tekel konumu yaratmış, öte yandan da milyarlarca dolarlık dev yatırımlarla hızla büyüyen askeri-sınai kompleksler, ordunun siyasetteki belirleyici etkisini ekonominin askerileşmesiyle yeni bir sürece sokmuştur. Bu tarihsel süreçte ordu ve tekelci sermaye arasındaki çok yönlü ilişkiler içerisinde ordu, "baskın bir güç" olarak öne çıkmış, devlet ve toplum hayatını ekonomiden siyasete kadar belirleyecek bir konuma ulaşmıştır. Özellikle 12 Eylül'den beri hiç bir başbakanın genel kurmay başkanı karşısında bir "amir" konumu kazandığına, hiç bir önemli meselenin MGK dışında (burada kesin ağırlık askerlerindir) karara bağlandığına tanık olunmamıştır.

25. Ordunun devlet ve toplum hayatındaki ayrıcalığı, her zaman siyasete sistematik olarak müdahale hakkı vermektedir. Genelkurmayın "Milli Askeri Stratejik Konsept" çerçevesinde hazırladığı ve Milli Güvenli Kurulu tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe giren Milli Güvenlik Siyaseti Belgeleri, devletin "gizli anayasa"sı olmaya devam etmektedir. Hükümet politikaları, yasa, genelge ve yönetmelikler için bağlayıcı olan bu belgeler doğrultusunda devlet ve toplum hayatına müdahale eden ordu, bir siyasal güç merkezi gibi davranmaktadır. Ordu tarafından yapılan "demokrasiye balans ayarları" ile sistem kendini yenileme görünümü altında sağlamlaştırılmaya çalışılmakta, düzen partileri, ne "askeri geleneklere" dokunabilmekte, ne de ülkede bir daha askeri müdahaleleri imkansız hale getirecek veya zorlaştıracak idari ve siyasi tedbirler alabilmektedir. Bütün partiler, her seferinde tank paletleriyle biraz daha pekiştirilmiş olan siyasal/toplumsal zeminde bir "emanetçi" ve "vesayetçi" gibi siyaset yapmaktalar. Bu nedenlerle, Türkiye'de genel olarak demokrasi kültürünün gelişmesi, toplumun özgürleşmesi ve siyasetin toplumsallaşmasının önündeki en büyük engellerden biri militarizmdir.

26. TC devletinin tipi kapitalist, biçimi oligarşidir. Devletin kuruluşundan itibaren Kemalist hareket, üst yapıda getirdiği reformlarla bazı burjuva demokratik adımlar atmış olmasına karşın, burjuva demokratik devrim tamamlanamamış ve TC devleti asla "burjuva demokratik cumhuriyet" olamamıştır. TC devleti aynı zamanda yüzlerce yıllık egemen bir devlet ve ulus geleneğinin devamcısı olan sömürgeci bir devlettir. Tarihi boyunca Kürtler üzerinde inkarcı ve asimilasyoncu bir politika sürdürmüştür. Türkiye'de toplum ve siyaset ilişkileri devletin bu niteliği görülmeden anlaşılamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki liberal yönelim 1920'li yılların sonlarından itibaren devletçi bir doğrultuya girmiş ve kapitalist bir sınıf yaratmak devletin önemli bir amacı olmuştur. Ticaret sermayesiyle başlayan süreç, devletin kaynaklarından kapitalistlerin nemalandırılarak palazlandırılmasıyla devam etmektedir. 1950'li yıllar kapitalistleşmenin ve emperyalizme bağımlılığın iyice kurumsallaştığı yıllar olmuştur. Trunman doktrini ve Marshall yardımları bu konuda önemli bir dönemeçtir. Bu yıllarda emperyalizme bağımlılık Türk devleti için yapısal bir özellik kazanmış ve Türkiye egemen sınıfları bu ilişkiyi Kore'ye asker göndererek tahkim etmişlerdir.

27. 1960'larda planlı ekonomiye geçilerek ithal ikameci ekonomik kalkınma modeli yürürlüğe konmuştur. 70'lerde yaşanan petrol krizinden Türkiye önemli ölçüde etkilenerek ciddi bir döviz sıkıntısı çekmiş, dış ticaret açığı artmış, ekonomik ve siyasi kriz ortamı içinde 80 yılına gelindiğinde devletin yeniden yapılandırılması bir tercihten öte bir zorunluluk halini almıştır. 24 Ocak kararlarıyla ithal ikamesi kaldırılmış, para ve sermaye piyasaları serbestleştirilmiş, yabancı sermayenin ülkeye gelişi teşvik edilmiş, yabancı sermaye yatırımlarını engelleyen düzenlemeler ortadan kaldırılmaya çalışılmış, devletin ekonomideki rolünün ve payının azaltılmasına dönük kararlar alınmış, KİT'lerin özelleştirilmesi, madenlerin özelleştirilmesi, sigara tekelinin kaldırılması, tarımsal destekleme alımlarının ve sübvansiyonların kaldırılması, "serbest piyasanın" egemenliği gündeme getirilmiştir. Sahte bir biçimde serbest piyasa diye adlandırılan kapitalist pazar, emperyalizmin dünya çapında benimsemiş olduğu neo-liberalizm doğrultusunda yeniden şekillendirilmiş, dünya çapında Keynesçilik'in ve bununla bağlantılı olarak sosyal devlet kavramlarının terk edilerek, monaterist ekonomi politikaların uygulandığı bir döneme girilmiştir. Türkiye'de de bu politikalar 12 Eylül darbesi ve takip eden yıllarda hakim hale gelmiştir. İthal ikamesinden, "ihracata dönük kalkınmaya" geçiş, emperyalizmle ilişki açısından bir dönüm noktasıdır.

28. 24 Ocak kararları salt bir ekonomik tercih değişimi değil, egemen sınıfların yapısındaki değişim, Türkiye'nin sınıfsal yapısının değişimi ve emperyalist işbölümünde TC'nin üzerine düşen ödevler nedeniyle bir zorunluluk olmuştur. Bu kararların uygulanmaya başlanması için 12 Eylül askeri darbesi gündeme getirilerek, siyasal yasaklar dönemi başlamış, sendikal faaliyetler yasaklanmış, ücret ve maaş artışları sınırlandırılmış, tarımsal ürün taban fiyatları düşük tutulmuştur. 24 Ocak kararları ile gelir dağılımı hızla bozulmaya başlamıştır. İşsizlik artmış, bütçe açıkları hızla artmıştır. 1980'ler boyunca kamu personel harcamalarının baskı altında tutulması nedeniyle bütçedeki payı azalmıştır. Kamu finansman açıkları iç borçlanmayla kapatılma yoluna gidilmiş, 1990'lı yıllara gelindiğinde bütçeler faiz ödemeleri nedeniyle adeta bir transfer bütçe haline gelmiştir. 1980'lerde iç borç faiz ödemelerinin bütçedeki payı % 3'ler civarındayken bugün itibarıyla bütçenin % 60'ını aşar hale gelmiştir.

29. 24 Ocak kararları, 12 Eylül ile birlikte sermayenin önemli ölçüde yeniden yapılandırılması ve merkezileşmesine olanak sağlamıştır. Daha önceki argümanlarımızda "emperyalizmle işbirliği halindeki tekelci sermaye ve büyük toprak sahipliği temel ittifakına dayanan" oligarşik yapının sınıfsal bileşiminde önemli değişim olmuştur. Özellikle son 20 yılda kapitalizmin ve tekelleşmenin gelişmesiyle başlayan yeni süreçte, tarım ve sanayi arasındaki farklılaşmaya paralel olarak büyük toprak sahipleri oligarşik yapıdan tasfiye olmuştur. Oligarşik yapının omurgasını oluşturan tekelci sermaye, ulusal ekonominin sınai, mali ve ticari alanlardaki etkisini olağanüstü düzeyde artırarak kendi sınıfsal tercihlerini daha etkili bir şekilde ortaya koymaya başlamıştır. 12 Eylül'de devletin ve toplumun yukarıdan aşağıya doğru ordu tarafından radikal tarzda değiştirilmesi ve dönüştürülmesiyle oligarşik yapıda olagelen değişiklikler, oligarşik devlet biçimini daha da yetkinleştirmiştir. Yetkinleştirilmiş oligarşik yapı militarist bir örgü ile örülmüş ve geçmiş süreçlerle kıyaslanamayacak bir güç kazanmıştır.

BÖLÜM IV: TÜRKİYE DEVRİMİ ve TEMEL SİYASAL GÖREVLER

30. Nihai hedefimiz dünya ölçeğinde, her türlü ezme ve ezilme ilişkisine son verecek; bireysel ve toplumsal gelişmelerin önünde var olan tüm engelleri kaldıracak ve herkesten yeteneğine ve herkese ihtiyacına göre ilkesini hayata geçirecek; sınıfların, devletlerin ve sınırların ortadan kaldırılacağı komünizmdir. Komünizm, dünyanın herhangi bir ülkesinde tek başına kurulabilir bir sistem değil, bir dünya sistemidir. Komünist toplumun maddi koşulları sosyalizm tarafından yaratılacaktır. Kurtuluş, böyle bir komünist dünya sisteminin önkoşullarının (bilimsel sosyalizmin kuruluşunun) yaratılmasına dünya komünist hareketinin politik bir öznesi olma bilinciyle, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de bu yaklaşımın ışığında yön verecektir.

31. Türkiye'deki devrimin niteliği Anti Oligarşik Demokratik Halk Devrimi'dir. Türkiye'de bilimsel sosyalizmin önü burjuva demokratik devriminin tamamlanmamış olmasından dolayı demokratik halk devrimi ile açılacaktır. Demokratik Halk Devrimi, proletaryanın ideolojik ve siyasal öncülüğü altında, "devrimin gerektirdiği bütün araç ve mücadele" yoluyla gerçekleştirilecektir. Devrimin temel sınıf ittifakları, işçi sınıfının doğal müttefiki olan kent ve kır yoksulları, kent ve köy küçük burjuvazisine dayanacaktır.

32. Demokratik devrim "hiçbir ara aşama"ya izin verilmeksizin kesintisiz bir biçimde sürecektir. Demokratik devrim, görevlerini yerine getirdikçe sosyalizmin kuruluşunun temelleri atılacak, sosyalizmden komünizme evrilecek toplumsal devrim süreci, dünya devrimi sürecinin bir parçası olarak insanlığın nihai kurtuluşuna kadar kesintiye uğratılmaksızın sürdürülecektir.

33. Demokratik Halk İktidarı, sosyalist demokrasiyi esas alacak biçimde, işçi, köylü meclisleri temelinde yerel ve genel, her düzeyde (fabrika, kent, kasaba, köy vb.) kurulan halk meclislerine dayanacaktır.

34. Halk meclisleri, kitlelerin, proletaryanın ideolojik ve siyasal öncülüğü altında bir araya gelmelerinin ve örgütlenmelerinin en kapsamlı biçimi ve işçi sınıfı ve diğer tüm emekçi kitlelerin doğrudan sosyalist inşaa çalışmalarına katılmasının ve sosyalist demokratik ilişki ve işleyişin vazgeçilmez araçları olacaktır. Bu meclisler, işçi sınıfının ve diğer emekçi kitlelerin ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel nitelikteki bütün faaliyetlere doğrudan, sistemli, kesintisiz ve aktif katılımını sağlayacaktır.

35. Demokratik Halk İktidarı'nın korunması milis güçleri insiyatifiyle başarılacaktır. Yıkılan sosyalizm deneyimlerinde olduğu gibi halkın denetiminden uzak, uzmanlaşmış profesyonel askeri aygıtlarla sosyalizmi koruma perspektifinden uzak durulacak, sosyalizmin kurulmasında olduğu gibi korunmasında da halkın kendi sosyalist demokratik insiyatifi belirleyici olacaktır.

36. Demokratik Halk İktidarı koşullarında iktidar, kapitalist mülkiyet ilişkilerinin sosyalist üretim ilişkilerine devrimci tarzda dönüştürülmesinin kaldıracı olacak; bu amaçla büyük sermaye ve toprak sahiplerinin mülkiyetine son verilecek ve giderek burjuva sistemin tümüyle tasfiyesine yönelik olarak özel mülkiyetin kaldırılması gerçekleştirilecektir.

37. Kurulacak sosyalist devletin tipi proletarya diktatörlüğü, biçimi sosyalist demokrasi olacaktır. Proletarya diktatörlüğü sosyalist demokratik ilişkiler içerisinde kendini sönümlendirecek bir perspektife bağlı olarak "devlet olmayan devlet" biçiminde konumlandıracak, kendi varlığı ile birlikte bütün sınıfların varlığına son vererek toplumsal devrim sürecini sınıfsız, sömürüsüz bir topluma/komünizme kadar ilerletecektir. Böylece insanın insan tarafından sömürüldüğü ve ezildiği, rekabete dayalı emperyalist kapitalist dünyanın varlığına son verilecek ve bir tür olarak insanın özgürleştiği dayanışma dünyasında insanlık "mümkün olanın sınırlarına imkansızı isteyerek" ulaşmış olacaktır.

Demokratik Halk İktidarı Koşullarında İlk Planda Şunlar Gerçekleştirilecektir:

  1. Emperyalizmle bütün bağlar kopartılacak, siyasal ve askeri bütün açık ve gizli anlaşmalar feshedilecek, uluslar arası tekellerin ve kuruluşların faaliyetlerine son verilecektir.
  2. Tekelci sermaye ve büyük toprak sahipleri mülksüzleştirilecek ve özel sermayenin elindeki bütün büyük mali, sınai, ulaştırma, haberleşme, tarım, ticaret vb. işletmelere ve kuruluşlara tazminatsız olarak el konulacak, bunların yönetimi ve denetimi halk meclislerine devredilecektir.
  3. Genel ve yerel düzeydeki bütün idari, mali işletme ve kurumlar Konseylerin yönetimi ve denetimine girecektir.
  4. Genel ve yerel tüm konseylere seçimle gelinecek ve kendilerini denetlemekle yükümlü seçmenler tarafından istendiğinde geri çağrılabilecektir.
  5. Demokratik Halk İktidarı, dış ve iç politikaların belirlenmesinde, "üretim araçlarının özel mülkiyeti"nin reddi temelinde özgürlüklerin sınırını, demokrasi savunusu ve anti-emperyalizm ekseninde her türlü fikrin ifadesini ve örgütlenmesini meşru bir hak olarak görür. Bu düşüncelerin ifadesi ve örgütlenmesi için olanaklar hazırlar. Bu durumu sistemin zenginliği ve gücünün açığa çıkmasının yegane olanağı olarak görerek, çoğulcu bir sosyalist demokrasi anlayışının toplumun bütün kesimlerinde egemen olması için çaba sarf eder.
  6. Demokratik Halk İktidarı, proletarya enternasyonalizminin ilkelerine sadık kalacak ve kendisini dünya devriminin geleceğinden kopartmayacaktır. Dünyanın diğer yerlerindeki devrim ve sosyalizm mücadeleleriyle her türlü maddi ve manevi dayanışmayı ve etkileşimi sürdürecektir.
  7. İşçilerin ve emekçilerin katılımı ve denetimine dayanan merkezi ve demokratik planlamayla tüm ekonomi yeniden düzenlenecektir. Yeni ekonomik planlama ile halkın temel ihtiyaçları ve toplumun refahı esas alınacak, toplumsal ilerleme ve ekonomik gelişme temelinde çok yönlü atılımlar gerçekleşecektir.
  8. Eğitim, sağlık, konut, ulaşım vb. temel hizmetler kamu fonlarından karşılanacak, diğer bütün hizmetler için de kamu yararı esasına göre ücret ve fiyat uygulamaları yapılacaktır. Herkese ihtiyacına uygun sağlıklı ve güvenli konut sağlanacak, kira ödemeleri (elektrik, su ve ısınma, posta, telefon vb. temel ihtiyaçlar da dahil) en aza indirilecek ve zamanla kaldırılacaktır. Konut yapım projelerinde dengeli ve sağlıklı bir kent yaşamının ihtiyaçları gözetilecektir. Toplu taşımaya dayalı ücretsiz kent içi ulaşım gerçekleştirilecektir. Halk iktidarında kollektivizme kazanma kesintisiz bir biçimde sürecek, "herkesin emeğine göre"den kesintisiz olarak "herkesin ihtiyacı kadar" ilkesinin uygulanacağı koşullar hazırlanacaktır.
  9. Toplumun tüm bireyleri için parasız sağlık hizmeti ve ilaç sağlanacak, geniş kapsamlı bir kamu sağlığı ağı kurulacak, koruyucu hekimlik hizmetleri yaygınlaştırılacaktır. Sanayileşme ve kentleşme insan sağlığı ve çevre koruması gözetilerek yapılacak; yaşlılar, engelliler, kimsesiz çocuklar ve yardıma muhtaç öteki kesimler devlet tarafından korunacaktır.
  10. Kapitalist nitelikli büyük ölçekli tarım işletmeleri ve büyük topraklar kamulaştırılarak kollektif çiftlikler haline getirilecek; topraksız ve az topraklı köylülerin toprak ihtiyacı karşılanacak; küçük ve orta köylülüğün devlete, bankalara,tekellere, toprak sahiplerine, tefeci ve tüccarlara olan her türlü borçları silinecek, toprak üzerindeki ipotekler geçersiz sayılacaktır.
  11. Tarımsal üretim geliştirilecek ve modernleştirilecek, tarımsal komünler teşvik edilecek, kooperatifleşme yaygınlaştırılacak, köylülere kredi, tarımsal araç-gereç ve girdi yardımı yapılacaktır.
  12. Her türlü ulusal baskı, eşitsizlik ve ayrıcalıklar ortadan kaldırılacak; Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkı (ayrı devlet kurmaları için siyasi propaganda yapılarak) tanınacak; sömürgeci politikalar sonuçlarıyla beraber ortadan kaldırılacak, sömürge valiliği lağvedilecek, Kürdistan'ın tüm yer altı ve yerüstü kaynakları üzerindeki tasarruf kaldırılacak, askeri işgale son verilecek, tüm azınlık milliyetlere kendi dillerini ve kültürlerini kullanma ve geliştirme hakkı tanınacak; herkese kendi ana dilinde eğitim olanağı sağlanacaktır. Şovenizmin, ulusal kinin, ırkçı önyargıların, feodal ve kapitalist barbarlığın ve diğer ideolojik tortuların bütün kalıntılarına karşı mücadele edilecektir.
  13. Toplumsal gelişmeye paralel olarak proleterleşen tüm halkın iktidarı olarak proletaryanın devrimci iktidarında eğitim, işçi ve emekçi kitleleri özgürleştirmeye, sosyalizmin inşaasına etkin biçimde katılmaya ve yeni insan tipi yaratmaya hizmet edecek şekilde yeniden düzenlenecektir. Materyalist dünya görüşüne, sosyalist ilke ve değerlerine dayalı, bilimsel, demokratik, laik, parasız bir eğitim politikası izlenecektir. Tüm eğitim araç ve gereçleri kamu fonlarından karşılanacak ve politeknik eğitim uygulanacaktır.
  14. Kültür ve sanat faaliyetleri, sosyalizmi kuracak yeni kuşakların yetiştirilmesinin temel bir aracı olarak ele alınacak, insanlığın ilerici, demokratik ve sosyalist kültür mirası sahiplenilerek toplumun hizmetine sunulacaktır.
  15. Doğal çevre ve insan sağlığını gözeten bir sanayileşme, kentleşme, enerji ve ulaşım politikası izlenecektir, kapitalizmden miras kalan çevre tahribatının giderilmesi, doğal çevrenin, toprağın, suyun ve havanın korunması için köklü önlemler alınacaktır.
  16. Ormanlar, göller, akarsular, içme suyu kaynakları ve tüm öteki yer altı ve yer üstü zenginlikleri kamu malı olarak denetim altına alınacak; tarihsel miras olan tarihi eserler, doğal parklar, saraylar, müzeler vb. tüm zenginlikler titizlikle korunacak ve insanlığın hizmetine sunulacaktır.
  17. Toplumsal suç işleyenler için yaptırım anlayışı ve sistemi, suçluyu eğitme ve yeniden topluma kazandırma temel amacına dayandırılacaktır. Her türlü işkence insanlık suçu olarak kabul edilecek, her düzeyde savunma hakkı korunacak, ceza evleri, idam ve işkence uygulamaları kaldırılacaktır.
  18. Her türlü inanç, inançsızlık ve vicdan özgürlüğü tanınacak, kitlelerin devrimci kültürel dönüşümünün ve özgürleşmesinin yolu açılacaktır.

KADIN KURTULUŞ HAREKETİ

Özel mülkiyetin ortaya çıkışı, kadınların önce denetlenmelerinin, baskı altına alınmalarının ve toplumlarda ikincil görülmelerinin önünü açtı. Sınıflı toplumların ortaya çıkışı ve üretici güçlerin gelişmesi ise kadınları üretim süreçlerinin dışında bıraktırdı. Kadınların ana soylu komünal yaşamdaki doğal iş bölümüyle yaptıkları işler değerini yitirdi. Ancak, kadınlar toplum içindeki bu konumlarından kendi rızalarıyla vazgeçmediler. Diri diri yakılan "Cadıların" direniş tarihleri kadın ezilmişliğine karşı başkaldırının tarihidir aynı zamanda.

Özel mülkiyetle birlikte ortaya çıkan, sınıflı toplumlarda gelişen ve kendini yeniden üreten erkek egemenliğine karşı mücadelede ön koşul, kadın ezilmişliğinin ekonomik temellerini ortadan kaldırmak, özel mülkiyete son vermektir. Kadınlar, ezilen cins olma konumlarını, erkek egemenliğinin eklemlendiği kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmadan değiştiremezler. Bu nedenle mücadelelerini bütünlüklü toplumsal kurtuluş mücadelelerine bağlamak zorundadırlar. Bu amaçla kadın kurtuluşunun ön koşulu olarak sosyalizm hedeftir.

Kadınların kurtuluşunun önündeki maddi engelleri kaldırmak demek, kapitalizmin erkek egemenliği aracılığıyla karşıladığı gereksinimlerin kalkacağı anlamına gelir. Üretimin ve tüketimin paylaşılacağı bir toplumda kaynakların dağılımı, kara değil insanların ihtiyaçlarına dayanır. Erkeğin işlerini aile içinde kadına yaptırmak için ekonomik bir nedeninin kalmadığı, kadınların emeklerine ev içinde el konmasının ekonomik açıdan mümkün olamayacağı bir toplumda, kadınlara sunulacak olanaklar ortaya çıkmaktadır. Bunlar, ekonomik ve politik örgütlenmenin sunacağı olanaklardır. Sosyalizmde, sosyalist demokrasinin ve toplumsal örgütlenmenin bu temelde olması, çoğulcu sosyalizm anlayışı gereği örgütlenme özgürlüğünün olması, kadınların politik güç haline gelmelerinin de önünü açacaktır.

Sosyalist demokrasinin olduğu toplumda kadınların siyasi güç olarak varlıkları, hem baskı gücü oluşturmalarını hem de insanların ihtiyaçlarına göre planlanacak toplumun nelere öncelik verileceğini belirleme hakkına sahip olmaları erkek egemenliğinin yıkılmasında gerçek olanaklar sağlayacaktır.

Kadınların emeği, bedeni ve kimliği üzerindeki bütün el konmalar; cinsiyetçi işbölümü, kamusal/özel alan ayrımı, ailenin parçalanmasıyla özelleşmiş ev işlerinin toplumsallaşması, aile sınırları içine hapsedilen sevgi, aşk, dayanışma ve özverinin ailenin sınırlarından kurtulması, çocuk bakımının toplumsallaşması, kadınların cinselliklerinin ve doğurganlıklarının birbirinden ayrılması, kadınların kendi bedenleri üzerinde kendi belirleyiciliklerinin olması, istediği sayıda istediği erkekten çocuk doğurabilmesi, yasal evlilik bağları… ortadan kalkıncaya kadar kadınların kurtuluş mücadelesi sürecektir. Bu mücadelede, kadınların gücü, örgütlenme düzeyleri ve bilinçleri taleplerinde belirleyici olacaktır.

Ancak; kurtuluşun ön koşulu objektif koşulların değişmesine karşın, subjektif koşulların değişmesi de erkeklerin güncel çıkarlarına çarpacaktır. Reel sosyalizm deneyimlerinde görüldüğü gibi, ekonomik politikaların uygulanışı sırasında ilk olarak kadınların durumunu iyileştirecek önlemlerden vazgeçildi. Bu deneyimler de gösteriyor ki; sosyalist toplumda da güçlü bir kadın kurtuluş hareketi var edebilmek kadınların kurtuluşu açısından olmazsa olmazlardandır.

Kadın ezilmişliğini ortaya çıkaran nedenleri tespit etmek ve ortadan kaldırmak, tek başına kadınların kurtuluşunun önünü açmaz. Kadınların ezilmesine neden olan toplumsal koşullar, egemenliğini sürdürdüğü sürece ezilmişlikten kaynaklanan ideolojilerin de ortadan kalkması gerekmektedir. Erkek egemenliği, tarihsel süreç içinde aldığı yol sonucunda bugün, hem burjuvazinin ve en az burjuvazi kadar işçi sınıfından erkeklerin de çıkarlarını temsil etmektedir. Kadının karşılıksız emeği aile içinde kocanın denetiminde, kapitalizmin ve kocanın hizmetine sunulurken, bedeni, cinselliği ve kimliğine kocanın özel mülkü sayılarak el konulmaktadır. Sistem evde koca aracılığıyla kadının emeğine, bedenine, kimliğine el koymaktadır. Bu sebeple kadın cinsinin ezilmişliğine karşı verilecek mücadele, kadın kurtuluşunun ön koşul olarak kabul ettiğimiz sosyalizm mücadelesiyle sınırlandırılıp, sınıf indirgemeci bakılamaz.

Kadın ezilmişliğinin temelini, kadının toplumsal üretimdeki yeri ve ev içinde yeniden üretimdeki yeri birlikte oluşturur. Kadınlar üretim ilişkilerinde sermaye karşısında erkeklerle eşitsiz konumda olup, düşük ücretle ve kadın işlerinde çalıştırılmaktadırlar. Yeniden üretim sürecini oluşturan ev içinde harcanan emek ise, artı değer üretmez. Kullanım değeri yaratmaz. Bu nedenle Marksist açıdan üretken emek kapsamında değerlendirilmez.

Kadın ezilmişliğinin temelinde kadınların emeklerine el konulması yatar. Erkeğin, kadının emeği ve ürünleri üzerindeki tasarrufu, cinsiyetçiliği belirleyen temel ilişkidir. Kadının emeğine, bedenine, kimliğine ve cinselliğine el konma bu temele dayanır ve farklı toplumsal ilişkiler içinde gerçekleşir. Kapitalist sistemde bütün kurumlar ve erkekler, kadınların emeğine el koydukları ve bu durumu devam ettiren mekanizmalara sahip oldukları için cinsiyetçidirler. Sermaye cinsiyetçiliği kullanıyor ve onu yeniden üretiyor.

Sermaye ilişkisinde, sermaye sahibi erkekler karşısında erkek ve kadın işçiler vardır. Kadınlar olarak yoktur. Ancak sermaye sahipleri; erkek işçilerin bakılması dahil bir bütün olarak beslenme bakım işlerini kadınların sırtından sağlayarak sermaye biriktirmektedir. Tek tek erkekler kadınların sırtından yaşasa da bunun üzerinden sermaye birikimi sağlayamazlar.

Kadınların baskı altına alınışları kapitalist sistemin her alanına kök salmış bir egemenlik ilişkisidir. Bu yüzden kadınlar her alanda erkek egemenliğine karşı verecekleri mücadeleyle bu egemenliği ortadan kaldırabilirler. Bu mücadelede karşımıza devlet, hukuk, aile, ekonomik yapı, töreler, din, … gibi kurumlar var.

Kadın mücadelesinin sınıf mücadelesiyle kesişen yolları, kadınların cins olarak ezilmesinin özgünlüğünü ortadan kaldırmaz. Erkek egemen ideoloji, kadınları sadece evde ve işte değil, kültürde, sanatta, politikada ve cinsellikte ikincileştirir, dilde kadın cinselliğini, kadın kimliğini aşağılama vurgusu olarak kullanır ve kadınlara da, ezilmişliklerinin doğallığı ve erkeklere itaat etmeleri gerektiği bilincini aşılayarak meşruiyet sağlar. Erkek egemen kültür, kadınların tek başlarına kimlik sahibi olabileceklerini yadsır. Feodalizme ait namus kavramını kadınları sindirmek üzere baskı aracı olarak kullanır ve kadın kimliğini kadın bedeninin cinselliğine indirgeyerek aşağılar, kaderlerine razı olmaya ve boyun eğmeye mecbur eder.

Kadın kurtuluş hareketi, bir yanda tüm ezme ezilme ilişkilerine karşı kendini konumlandırarak sınıf hareketiyle, ulusal kurtuluş mücadeleleriyle demokratik hareketlerle ittifak yaparken, diğer yandan her toplumsal kökenden kadını içerebilecek şekilde kadın hareketini ve kadın mücadelesini örmeyi/örgütlemeyi hedeflemek zorundadır.

Her ulustan, sınıftan, ırktan veya toplumsal kesimden kadının, kadın olmaktan kaynaklanan ortak ezilmişliği tüm kadınları kadın ezilmişliğine karşı, sadece kadınlardan oluşan bir mücadelenin ve kadın hareketinin doğal bileşeni haline getirir.

Kadınların kurtuluşunun yalnızca erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğiyle değil, başka iktidar biçimleriyle de mücadeleyi gerektirmesi kadın hareketi içinde bölünmelere yol açmaktadır. Kuşkusuz değişik toplumsal kesimden kadınlar esas olarak temsilcisi oldukları kesimden kadınların talepleriyle kadın hareketi içinde konumlanırlar. Kadın hareketini oluşturan bu bileşimde sistem içi reformları yeterli görenler, formel bir eşitlik anlayışıyla mücadele edenler olabileceği gibi, bütünlüklü bir kadın kurtuluşu perspektifine sahip olanlar da bu bileşimi kadın hareketinin meşru ve gerekli bir parçası olarak görmeli ve yan yana durmayı önemsemelidir. Ayrı ayrı mücadelelerin meşruiyeti kadar talepler ve politik öncelikler ortaklaştığında birlikte davranmanın önemi de kadın hareketi tarafından gözardı edilmemelidir. Farklılıkların öne çıkartıldığı, bu farklılıklar temelinde yürütülen kimlik politikalarının yarattığı çatışmalarla bölünmüş bir dünyada kadınlardan da birleşik ve bölünmezlik durumu yokmuş gibi davranmak ve politik pratiği buna dayandırmak mümkün değildir. Karma örgütlerden kadınların mücadelesi KKH'nin meşru parçası olarak görülmelidir. KKH'nin esas olarak kitleselliği ve sürekliliği yakalayacağı alan, kadın emekçiler arasında bilinç düzeyini yükseltmek ve sendikalı kadınların örgütlü gücü üzerinden sendikalarda da erkek egemenliğini geriletmekle gerçekleşir. Kadınların kurtuluşunun ön koşulu sosyalizm olması nedeniyle işçi, emekçi kadınlarla bağ kurmak gerekliliktir. İşçi, emekçi kadınların kadın kurtuluş mücadelesinde var olmaları sınıf mücadelesini güçlendireceği gibi, cinsiyetçiliğe karşı mücadele de sınıf hareketiyle destek/ittifak olanaklarını doğurur.

Kadınların cins olarak ezilmişliği ve örgütlenmeleri, devletten, sermayeden ve karma örgütlerden de bağımsızlığını gerektirmektedir. Esas olan, erkeklerden ve erkek egemenliğinden bağımsız bir kadın hareketi yaratabilmektir. Bağımsızlığı üretilen politikaların ve taleplerin içeriği belirler. Yükseltilen talepler ve mücadeleyle elde edilen mevziler sistemin sınırlarını aştığı oranda sistemi tehdit eder ve kadınları devletle karşı karşıya gelir.

Kadın kurtuluş hareketinin temeli, erkek egemenliğini aşındırmaya yönelik sistem içi taleplerin ötesindedir. Bütün ezme-ezilme ve sömürüye dayalı olarak oluşan egemenlik ilişkilerinin birbirini beslediğinden hareketle, kadın kurtuluşu bir yandan erkeklere ve erkek egemenliğine karşı mücadeleye, diğer yandan tüm egemenlik ilişkilerini reddeden bir ideolojik konumlanışa sahip olmalıdır.

Kendine yabancılaştırılarak, kendi başına davranamayan, değişik etkenlerle koşullandırılarak, erkek egemen ideoloji ve dolayımıyla erkeğin güdümü ve belirlenimiyle kadın erkeğe uydulaştırılmıştır.

Ezilen bir taraf olarak kadınlar, ezenlere karşı bir birlik oluşturmak ve güvensizlikleri aşıp dayanışmalı, farklı yapılar ve farklı örgütlerden kadınlarla politik taleplerini ortaklaştırıp, merkezileştirip koordinasyonlar, eylem ve mücadele birliği geliştirmelidirler. Kadınlar, kendilerini 'hangi kimlikle' tanımladıkları üzerinden değil, çok kimlikli feminizmlerin veya farklı kimliklerin kabulü üzerinden, farklılıkların meşruiyeti temelli perspektifiyle birlikte hareket etmeyi önemsemelidir.

Kitlesel ve etkili güce sahip Kürt Kadın Hareketiyle eşit haklı ilişki, dayanışmacı bir anlayışla sürekli kılınarak sürdürülmelidir.

Bugün için toplumsal alanda bağımsız kadın politikası oluşturmak; erkekler ve erkek egemenliğinden, Kemalizm'den, şovenizmden, militarizmden ve faşizmden bağımsızlığı gerektirmektedir.

Hareketimiz, KKH'nin taleplerini desteklemeli ve Kurtuluşçu kadınlar, tüm bu perspektifler ışığında kadın kurtuluş mücadelesinin aktif militanları olmalı, inisiyatifler üstlenmelidirler.

Kadınların Kurtuluşu Kollektifleri

Öncelikle, kadınlar arası rekabet yerine dayanışmayı esas alan ve dayanışmacı ilişkileri geliştirecek bir perspektif, kadınların güç olabilmesi ve cinsiyetçiliğe karşı mücadelelerinde görünür olabilmelerinin olmazsa olmazıdır. Tersi, erkekler karşısında kadınları bölen ve güç kaybettiren bir durumdur.

1. Cinsiyetçiliğe karşı mücadelede alternatif toplum kurgusu üzerinden, toplumsal alanda kadınların statülerinin değişmesini ve kadınların cins/özne olarak nasıl var olacaklarının taleplerini üretir. Ürettiği politikaların, parti/hareket politikası haline gelmesi ve partinin/hareketin tüm politikalarında cinsiyetçilikten arındırılması için çalışır.

2. Cinsiyetçi uygulamalara karşı mücadele eder.

3. Pozitif ayrımcı uygulamaların takipçisi olur ve geliştirir.

4. Kadınlara cinsiyetçiliğe karşı eğitim faaliyetleri düzenler. Kadınlar arasında kadınlık bilincini geliştirmeye ve cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin diğer ezilmişlik/sömürü mücadeleleri kadar öncelikli olduğu bilincini içselleştirmeye yönlendirir.

5. İhtiyaç duyduğunda propaganda araçları (yayın, broşür, bildiri, afiş,…) çıkartır. Bu faaliyetlerde parti/hareket mali olanak sunar.

6. Parti/hareket içinde yaşanan cinsiyetçi uygulamalar, "kadınlara karşı işlenen suçlar" kapsamında ele alınır. Özel alan dahil, cinsel şiddet, taciz gibi sorunlarda ve ayrımcı uygulamalarda, kadınlar öncelikle bu kolektiflere, yoksa organlara başvururlar. Organların vereceği kararda kadın/kadınların oyları, sayılarına bakılmaksızın erkek oylarıyla eşittir. Organda kadın bulunmaması durumunda, kadın kolektiflerinin kararı geçerlidir.

7. Merkezi ve yerel düzeyde kadın organları oluşturulur. Merkez ve yerel arasındaki ilişkiler doğrudan kurulur.

8. Politik faaliyetler ağırlıklı olarak, çelişkilerin yoğun yaşandığı genç kadınlar ve genç kadın emekçiler hedeflenerek yürütülür.

NOT: Bu yazı http://kurtulushareketi.org/ sitesinden alınmıştır,kazıcılar sitesinin de temel görüşüdür

 
 
  Bugün 29467 ziyaretçi (54638 klik) kişi burdaydı! YAŞASIN 'KURTULUŞA KADAR SAVAŞ' ŞİARIMIZ!!!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol