İşçilerin Sosyalist Partisi ne için mücadele ediyor?
İşçilerin Sosyalist Partisi üretenin yöneten olduğu, insanın emeğinin ürününe yabancılaşmadığı, insan onuruna yakışmayan hiçbir ilişkiye izin verilmeyen, işsizin olmadığı, hiç kimsenin eğitim ve sağlık imkanlarından yoksun bulunmadığı, rekabetin yerine dayanışmanın egemen olduğu, bürokratik ve militarist hiçbir yapıya izin verilmeyen, cinsler arası egemenlik bağımlılık ilişkilerine son verildiği, çocuklar üzerindeki egemenlik ilişkilerinin ortadan kalktığı, tüm milliyetlerin her türlü eşit haklara sahip olduğu, tüm diğer halklarla dayanışma ve işbirliği ilişkilerinin geliştirildiği, barışın yüce bir değer olarak kabul edildiği, ışığını manifestodan ve Paris Komünü’nün 71 günlük iktidarının iktisadi ve siyasi olarak anlattığı hakikatlerden alan, tarihsel ve ideolojik kökenlerine sadık bir 21. yüzyıl sosyalizmi için mücadele eder.
İşçilerin Sosyalist Partisi, yaşanmış olan tarihsel deneyimi göz önünde bulundurarak demokrasiyi sosyalizmin vazgeçilmez öğesi ve işçi sınıfının iktidar sahibi olabilmesinin yegane yolu olarak görür; Toplum üzerinde yükselen, toplumu dışarıdan kuşatıp denetleyebilen, azınlıklara egemenlik olanağı sunan, bürokratik, totaliter, militarist her türlü yapılanmanın bu demokrasiye aykırı olduğunu, işçi demokrasisinde bunların yerlerinin olmadığını beyan eder. İşçilerin Sosyalist partisi, işçi demokrasinin gerçekleşme koşullarının yerel yönetimlerin gerçek bir iktidara dönüşmesi ile mümkün olduğunu, merkezi iktidarın bu yerel iktidarların denetiminin dışına çıkamayacak, onların iktidarından arta kalan alanda eşitsizlikleri dengeleyici ve ülke düzeyinde sürdürülmesi gereken görevleri yerine getirici bir yapılanma ile mümkün olduğunu savunur. İşçilerin Sosyalist partisi, işçi sınıfının yönetilen bir sınıf olmaktan kurtuluşunun, toplumsal refahın çağdaş düzeye ulaşmasının, adaletli bir gelir dağılımının gerçekleşmesinin ancak demokratik bir planlama ile mümkün olduğunu savunur. İşçilerin Sosyalist partisi, insan türünün iki cinsi arasındaki eşitsiz ilişkiler ortadan kaldırılmadığı müddetçe adaletli, barışçı, şiddetten ve sömürüden uzak bir toplumun yaratılmasının olanaklı olmadığına inanır ve bunun için erkek egemenliğinin her türüne karşı tüm eşitsizlikler ortadan kaldırılıncaya kadar kesintisiz bir mücadele sürdürülmesi gerektiğini, bir toplumun özgürlüğünün ölçütünün kadınların özgürlüğü ile belirlendiğini savunur. İşçilerin Sosyalist partisi, değişik milliyetlerin eşit haklara sahip olmasının demokratik, barışçı, sömürüden uzak bir toplumun ve toplumlar arası ilişkilerin yaratılmasının vazgeçilmez koşulu olduğuna inanır ve Kürt halkının eşit haklara kavuşmasının sağlanamadığı koşullarda demokrasinin gerçekleşmesinin olanaksızlığını beyan eder. İki cinsten oluşan toplumlarda, çocukların her iki cinsin büyükleri tarafından mülkiyet nesnesi gibi görülmeleri, onlar üzerinde her türlü tasarrufta bulunmaları, çocuklara karşı olan totaliter uygulamalarla onların özgür gelişimlerinin engellenmesinin, toplumun sağlığının ve demokratik gelişiminin engeli olduğundan hareketle, çocukların titizlikle korunmasının sosyalizmin geleceği açısından temel önemde olduğuna inanır. İşçilerin Sosyalist partisi, askeri bloklar içerisinde yer alındığı, komşularla gerginlik politikaları sürdürüldüğü, başka devletlerin topraklarında herhangi bir biçimde asker bulundurulduğu takdirde bölgesel ya da küresel ölçekte barışın imkansız olduğunu, bu nedenle NATO gibi ABD emperyalizminin saldırganlık aracı olan anlaşmaların feshedilmesini, askeri gerginlik içerisinde bulunulan ülkelerle görüşmeler yoluyla işbirliği ilişkilerinin geliştirilmesini barışın vazgeçilmez şartı olarak görür. İşçilerin Sosyalist partisi, insanın doğaya egemen olmaya kalkışmasının kendi varoluş koşullarının ortadan kaldırılması olduğunu, tam tersine doğanın bir unsuru olarak onunla uyumlu bir varoluşu bilinçli bir biçimde geliştirmesinin zorunluluğuna inanır ve çevrenin yıkımına yol açan her türlü girişime karşı mücadele eder. İşçilerin Sosyalist partisi, bu hedefleri kapsayan dayanışma temeline dayanan bir toplumsal yapının oluşturulabilmesi için işçi sınıfının egemen sınıflardan ideolojik ve politik ve örgütsel olarak bağımsızlaşıp bugünden bu amaçlarla uyumlu pratikleri geliştirmesini, tüm topluma öncülük edebilmesinin, müttefiklerinin doğal varoluşlarını asla inkara yönelmeden, gerilimsiz bir ilişkiyi sürdürebilmesinin, geçen yüzyılda yaşanan ve yıkılmak zorunda kalan bürokratik sosyalizm uygulamalarına imkan vermeyecek bir geleceğin güvencesi olarak görür. İşçilerin Sosyalist partisi, yaşanan tarihsel deneylerin hiç birinin üstünden atlamadan, onlardan çıkan dersleri sonuna kadar değerlendirerek, kendisini, bugün parça parça olan sosyalist hareketin bir araya gelebilmesinin, siyaset sahnesinin dışına itilmiş olan işçi sınıfının yeniden siyasete müdahalesinin imkanlarını yaratmak için, sosyalistler arası bir işbirliği zemini, birliğin bir kaldıracı olarak görür ve yeniden yapılanmanın mayası olmak için mücadele etme amacına yönelik bir geçiş partisi olarak tanımlar Kapitalizm insanlığa yıkım hazırlıyor
Burjuvazi henüz şafak vaktinde feodal egemenliğin baskıları altındayken kendi çıkarlarını emekçi yığınların çıkarları gibi göstermeyi başararak işçileri özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganlarıyla feodal despotlara karşı isyana sürükledi. Burjuvalar kendi amaçlarına yaklaşırken kendi mezar kazıcılarını geliştirmekte olduklarını da çok iyi görmekteydiler. Özgürlük adına ayaklandırıp, yarı yolda yeni bir köleliğe mahkum etmeye kalkıştıkları emekçi kitleler özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe ulaşabilmek için burjuvazinin üzerine yürümekte de tereddüt etmediler. Bir zamanın özgürlük savunucusu burjuvalar bu kez feodal despotlarla birleşerek özgürlük peşinde koşmaya devam eden işçilerin üzerine saldırdılar. Kapitalizm doğduğu günden beri Afrika’yı, Asya’yı, Amerika’yı talan ederek, insanları tarihin gerisinde kaldığı sanılan klasik ve modern köleliğe mahkum ederek, istila savaşlarıyla binlerce insanı katlederek kendisini var etti. Klasik sömürgecilikten devraldığı mirasa yeni sömürgeciliği, çağdaş emperyalizmi ekledi. Kar ve servet hırsıyla gözü dönmüş kapitalistler kendi ülkelerinde eğitim ve sağlık imkanlarından yoksun 6 yaşındaki çocukları bile sömürü alanının içine çekerken, Asya’nın, Afrika’nın ve Amerika’nın doğal kaynaklarını sömürmek için istila savaşlarında on binlerce insanı öldürmekten, Kara Afrikalıları köleleştirmekten, Amerikan yerlilerinin 30 milyonunu yok edip topraklarına el koymaktan kendilerini alamadılar. Dünya talanında öne geçebilmek için sömürgeci kapitalistler kendi aralarında da on yıllarca süren savaşlara giriştiler, insanlığı tam bir yıkıma uğrattılar. Kapitalist zulüm nihayet kıta Avrupa’sını da isyan ettirdi. 19. yüzyılın ilk yarısı ekmek, toprak ve demokrasi için ayağa kalkan işçi ve köylü kitlelerini bastırmak için sürdürülen iç savaşlarla karakterize oldu. Paris komünü kapitalist azgınlığa karşı ilk ışıktır
Avrupa’yı saran isyan ve bastırma hareketleri emekçi yığınlara, burjuvazinin devrimci barutunun tümden tükendiğini, artık onlardan beklenebilecek bir şeyin kalmadığını, onlarla her türlü ideolojik, siyasi ve örgütsel ilişkiyi bitirerek bağımsız bir biçimde iktidarın tümüne sahip olmak üzere harekete geçmek gerektiği bilincini vererek, kapitalizmin azgın sömürüsünü ve işbirliğine girdikleri feodalitenin son kalelerini ortadan kaldırmak üzere sosyalizm sancağının yükseltilmesi gerektiğini kavratarak, ulusal düzeyden başlayan mücadelelerini uluslar arası düzeye taşımaları gerektiğini sıkıca öğretti.
Değişik eğilimlerden Parisli işçiler, 1848 devrimlerinin ardından sosyalizm sancağı altında birleşerek, giriştikleri iş o koşullar açısından güneşin fethine çıkmak gibi imkansız görünen bir çaba olsa bile, çoğulcu bir yapı içerisinde Paris’te 71 gün yaşayan işçilerinin sosyalist demokratik iktidarını ilan ettiler. Komün imtiyazsız, sömürücülerin olmadığı, askerliğin, politikacılığın bir meslek olmaktan çıkarıldığı, bürokrasinin egemenliğine son verildiği ucuz devleti gerçekleştirip, örgütlenme özgürlüğüne en geniş biçimde yer veren işçilerinin iktidarını ilan etti. Ne var ki, vatanseverliği, milliyetçiliği/ulusalcılığı sınıf çelişkilerini örtbas etmenin, sömürü düzenini sürdürmenin bir aracı olarak kullanan Versailles Sarayı’nın efendileri, ülkelerine saldıran Almanlarla birleşerek Paris Komünü’nün üzerine saldırıp birlikte binlerce komüncüyü katlettiler. Böylece yurtla servetlerinin eşit anlama geldiğini, kendi çıkarları için vatan dahil her şeyi satabileceklerini ortaya koydular. Parisli işçilerin eylemi, sadece burjuvazi ve işbirliği yaptıkları eski sınıfların sahte yüzlerini ortaya koymakla kalmadı, işçilerinin yaşamı sürdürmek için tepelerine dikilmiş yönetici bir sınıfa ihtiyaç olmadığını da tüm dünyaya göstermiş oldu. Artık ulusu temsil eden işçiler sömürücülerin vatan, vatanseverlik, millet, milliyetçilik gibi iddialarının ne vatanla ne de milletle alakası olmadığını, sadece servetleri ve karları ile ilgili olduğunu biliyorlar. Parisli işçilerin ortaya çıkardığı bu dersler tüm dünya işçilerinin kulağında küpe olmaya devam ediyor. Ekim devrimi, işçilerin olduğu kadar köylülerin ve ezilen halkların da kurtuluş müjdecisi oldu
Kapitalizm kendisini var edebilmek için sadece kendi ülkesinde insanları modern köleliğe mahkum etmekle kalmadı, dünyanın dört bir yanında sürdürdüğü talan savaşlarına nihayet 1914’de kendi metropollerini de kattı. Avrupa, Asya, Afrika hep birlikte bir savaş alanına döndü ve dört yıl içerisinde yüz milyon yaralı, sakat ve 20 milyon ölüyle ancak 20 yıllık bir sükunet dönemi sağlayabildi. Bütün mesele dünya pazarlarının paylaşılması, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının talanından ibaretti. Dünya çapında bir savaşın yaklaşmakta olduğunu önceden gören işçi partileri, 1912 Basel Konferansı’nda emperyalistlerin talan için geliştirecekleri savaşa taraf olmamayı ve silahlarını kendi burjuvalarına çevirmeyi kararlaştırdılar. Ne var ki savaşın alevleri kimi işçi partilerini sarıp sosyal şovenizme ve sosyal emperyalizme savurdu. Saldırı savaşlarını “vatan savunması” diye ilan ederek burjuvaziye teslim oldular. Teslim olmayanlar içerisinde Rus işçileri, Avrupa’nın diğer ülkelerinin işçilerinin de iktidara yükseleceği umudu ile beslenmiş olarak ülkeyi açlık, sefalet ve kan deryasına döndüren Çarlık rejimini yerle bir edip işçilerin ve yoksul köylülerin iktidarını kurdular. Kurulan iktidar bir milliyetler hapishanesi olan Rusya’nın sömürgelerine kendi kaderini tayin hakkını tanırken, emperyalist savaşın tarafı olup kaybeden ve bunun sonucu olarak işgal altına düşen Anadolu topraklarındaki askerlerini çekerken, kurtuluş savaşının gerçekleşmesinde destekleriyle tayin edici bir rol oynadı. Asya’nın, Afrika’nın, Amerika’nın mazlum milletleri artık sömürgeci efendilere karşı yalnız değildiler. Ulusal kurtuluş mücadeleleri, anti emperyalist mücadelenin bir parçası olarak proletaryanın burjuvaziye karşı verdiği mücadelenin bir parçası haline gelmişler, sosyal kurtuluşa ilerleyebilme imkanlarına kavuşmuşlardı. Savaşın getirdiği çözüm eski imparatorlukların topraklarının ve servetlerinin galipler tarafından paylaşılması ve bunun sonucu olarak da çözümlerin yeni çatışma nedenleri haline gelmesi oldu. 1929 aşırı üretim bunalımı kapitalizmin nasıl yıkımlar hazırlamakta olduğunun habercisi oldu. Savaşın yarattığı tahribatlar sonucu keskinleşen sınıf çelişkileri, işçi sınıfı tarafından sosyalizm ile çözülemeyince, burjuvazi kurtuluşu faşizme yönelmekte buldu. Avrupa’yı bir anda saran faşist rejimler kısa zamanda yeni bir dünya savaşını da tetiklemiş oldular. Eski paylaşıma razı olmayan, Almanya, İtalya ve Japonya yeni düzenlemeler gerçekleştirmeye kalkışınca dünya bir öncekinden de daha yıkıcı bir savaşın esiri oldu. Emperyalistlerin azgın kar hırsı ikinci paylaşım savaşında insanlığa, %60 sivil olmak üzere 73 milyon ölüye mal oldu. Bu o tarihteki dünya nüfusunun hemen hemen %4’ünü oluşturmaktaydı. ABD emperyalizmi yarım yüzyıldır insanlığa kan kusturuyor
ABD nasıl günümüzde Yugoslavya’yı insan hakları bahanesiyle paramparça etmiş, Irak’ı demokrasi getirmek ve insanlığı “diktatörlerin kitle imha silahlarının tehdidinden kurtarmak” bahanesiyle istila edip, yıllardır süren bir cehenneme çevirmiş ise Avrupa Kıtası’na ve Uzak Asya’ya da istilacılığını kurtarıcılık ardına gizleyerek girdi. ABD, faşizmden kurtarma bahanesi ile istila ettiği Avrupa’nın yanında gelişen sosyalist alternatife gözdağı verebilmek amacıyla artık savaşma gücü kalmamış olmasına rağmen Japonya’nın Nagasaki ve Hiroşima kentlerine atom bombası atarak yüz binlerce insanın buharlaşarak, yanarak, parçalanarak ve radyasyon etkisinde kalarak ölmesine yol açtı. Böylece dünya üzerinde rekabet edilemeyecek bir güç olduğunu tüm dünyaya kanıtladıktan sonra, günümüze kadar sürecek olan hegemonyasının temellerini atmış oldu. Ne var ki, az tamah çok ziyan getirir misali, Birinci Paylaşım Savaşı’nda dünyanın altıda birini sosyalizme kaptıran kapitalizm, uğradığı tahribatların yanında bu kez de kaybının dünyanın üçte birine ulaşmasını engelleyemedi. Savaşın getirdiği yıkımlar, ezilenlerin öfkesini dağlar gibi büyütmüş ve tüm Avrupa ve uzak Asya sınıf mücadelelerinin keskinleştiği alanlara dönüşmüştü. ABD, istila ettiği Avrupa’da sosyalizmi durdurabilmek için fiili işgal sürdürürken, NATO adı altında bir saldırı parktı oluşturduğu gibi bu yapılanma çerçevesinde ülkelerin iç politikalarını şekillendirmek üzere Gladio tipi çete örgütlenmeleri oluşturdu. Bu örgütlenmeler terör yöntemleriyle işçilerin iktidara yükselmesinin önüne geçmeye ve işbirlikçi rejimler oluşturmaya giriştiler. Türkiye herhangi bir şekilde ilişkisinin olamayacak olduğu Kore’ye ABD çıkarlarının savunulması için asker gönderdikten sonra NATO’ya kabul edilişiyle birlikte, kaderini ABD’nin bu yıkım getirici politikalarına tam anlamıyla bağladı ve o gün bugündür krizlerden, Latin Amerika ülkeleri benzeri darbelerden, komşularıyla olan gerginliklerden, savaşlardan kurtulamaz oldu. ABD, oluşturduğu hegemonya ile modern çağın bir imparatorluğuna dönüşerek dünyanın haracını toplarken, arka bahçesi diye nitelediği Latin Amerika’da demokratik yollardan iktidara gelen Allende gibi başkanları devirip yerine askeri rejimler kurarken, bu hakikatle alay eder gibi Güneydoğu Asya’ya 500 bin asker gönderip 2 milyon Asyalının ölümüne neden olurken hep hür dünyanın, özgürlüklerin savunucusu olduğunu ilan etmekteydi. Yıkılan dünya üzerinde 70’li yılların ortalarına kadar ABD talan düzeni hemen hemen sorunsuz işledi. Ancak pazarların gittikçe daralmasının, sermayenin organik bileşiminin yükselmesiyle kar oranlarının düşmesi sonucu içten içe gelişen çelişkilerin, dünya ticaret ve rezerv parası olarak işlev gören doların tahtını sarstığı sırada, petrol krizinin de patlak vermesiyle artık eski ilişkilerin sürdürülmesinin olanağı kalmadı. Mali sermaye dünyayı bir kez daha fethetmek üzere en serbest dolaşım imkanlarını ararken, sanayi sermayesi de emek yoğun üretim alanlarını çevre ülkelerine taşıyarak kar oranlarını yeniden yükseltmek peşine düştü. Bu işgücünün uysal olduğu, başını kaldırmaya kalktığında hemen bastırmaya hazır iktidarların bulunduğu devletlerin varlığını zorunlu kılmaktaydı. Bu altyapıyı oluşturmak üzere dünyanın dört bir yanında darbeler örgütlendi, totaliter iktidarlara destek sağlandı. Neo-liberalizm: işçilere serbest piyasa, sermayedarlara sosyalizm!
Dünyanın yeniden paylaşımı ve talanı için uydurulan dogma serbest pazarın demokrasiyi getirdiği idi. Neo-liberalizm diye yüceltilen bu dönemde çevre ülkelerinde yıkımlar birbirini izledi. Kalkınma adına borç girdabına batırılan, borçlarının faizlerini ödeyebilmek için yeni borçlar aramak zorunda kalan geri bıraktırılmış ülkeler iflas ilan eder oldu. Dünyanın en büyük şirketleri, kendi aralarında birleşip her biri devlet büyüklüğünde bir güce ulaşırken, karlarını akıl almaz ölçüde büyüttüler. Doğu Avrupa devletlerinin çöküşünün ardından komünizm “tehlikesinden” kurtulduğuna inanan sermaye, o güne kadar savunduğu sosyal devlet anlayışını bir yana bırakarak iplerinden boşanmışçasına ülkeden ülkeye, borsadan borsaya at koşturmaya; işçilerini, üretimi başka ülkelere taşımayla tehdit ederek, örgütlenmelerini işlevsizleştirmeye, ücretleri düşürmeye ve böylece karlarını kat be kat artırmaya girişti. Kendi sınırlarından geçişi en zor hale getirirken, sınırlarda insanla av hayvanı gibi avlarken, ulusal devlet dönemi bitti iddialarına dayanarak denetimi altında tuttukları devletleri sermayenin yerel bekçisi düzeyine indirgedi. Sermayenin bu aşırı merkezileşmesi ve yoğunlaşması kapitalizmin devrevi olan krizlerini de sıklaştırdı. Neo-liberalizmin ideologları, serbest piyasanın sihirli bir elinin olduğunu ve her türlü problemi kendiliğinden düzelteceğini, bunun için devletin hiçbir ekonomik faaliyete karışmaması gerektiğini, sağlığın, eğitimin hatta ve hatta hapishanelerin ve ulusal güvenliğin dahi piyasanın sihirli eline terk edilmesi gerektiğini bir bedahat imiş gibi anlatırlarken, ortalama beş yılda bir kriz dünya piyasalarını altüst eder hale geldi. Durgunluk içinde fiyat artışı (stagflasyon) gibi birbirine zıt eğilimleri geliştiren günümüz kapitalizmi zaman zaman da mali krizlerin girdabında borsaların kapanmasıyla sonuçlanan, elini ekonomiden çekmesi istenen devletin yardımları ile krizden çıkış çareleri arayan, kendi iddialarını kendisi çürüten bir konuma sürüklenmektedir. Bu talan düzeni, emekçiler yaşam koşullarını düzeltmek için ücret artışı talebinde bulunduklarında serbest piyasa nizamının ücretleri düzenleyeceğini söylerken, kendi kusurlarının sonucu batma konumuna geldiklerinde sahte bir biçimde sosyalizmle eşitledikleri devletçiliğin imdada yetişmesini isteyebilmektedirler. Yani kar kapitalistlerin cebine girerken, zararın işçilerin ve diğer emekçilerin cebinden çıkması gerektiğini savunan bir yüzsüzlük düzenine ulaşılmış durumdadır. Zararları ödeyen işçiler mülkün de meşru sahibidirler. İşçi sosyalizmi hakkı hak sahibine verecektir. Her gittiği yol krizlerle tıkanan kapitalizm, krizinin yükünü emekçilerin üstüne yıktıktan sonra, hayatımızdan uzaklaştırılamadığı için yeni bir soygun formülasyonu ile her defasında olduğu gibi kapitalizmi ebedi sistem olarak ilan etmeye devam etmektedir. Liberalizm, kriz, savaş, keynescilik, kriz, savaş, refah devleti, kriz, monetarizm, kriz, bölgesel savaşlar, neo-liberalizm, kriz, istila savaşları, neo-konservatizm katarları birbirini izlemeye devam etmektedirler. Bundan başka bir dünya mümkün ve artık iyice gereklidir; Bu sosyalizmin tarih öncesinin hatalarını aşmayı başarmış sosyalist demokrasinin dünyasıdır. Yıkılan Ekim Devrimi’nin sosyalizmi değil, bürokratik sosyalizmdi
Geçen yüzyılın başında savaşın alevlerini dindirmek, açlığa ve sefalete son vermek üzere işçiler ve yoksul köylülerin kendi iktidarlarını kurup dünya barışının aktif öğesi olmasını istedikleri SSCB, kuruluşuyla birlikte içine sürüklendiği iç savaşın ve bu savaşı destekleyen emperyalist kuşatmanın sonucu olarak kendi amaçlarına ilerleyemeden işçilerin kapitalizm altında içine sürüklendikleri yabancılaşmaya benzer bir duruma düşmelerine neden olan bürokratik bir kastın egemenliği altına girdi. Düzenli ordunun dağıtılacağı, askerliğin bir meslek olmaktan çıkarılıp, ulusal savunma için onun yerini milis ordusunun alacağı, halkı denetlemenin aracı olarak gizli servislere izin verilmeyeceği, güvenlik görevlerinin toplumun bizatihi kendisi tarafından yerine getirileceğine dair bütün iddialar, zorunlulukların gereği olarak birer birer terk edildiler. Tüm azınlık iktidarlarının varlığını sürdürmesinin araçları olan polis, gizli servisler ve düzenli ordu gibi toplumun üzerinde yükselen baskı aygıtları yeniden kurularak, çoğunluk, örgütlenme haklarından yoksun bir biçimde, kısmi konsensüs ve esas olarak da şiddet aygıtlarıyla bastırılarak, denetim sağlayan bir rejime ulaşıldı. İşçiler eski açlık ve sefalet koşullarında yaşamasalar da sistemin hakimi olmak bir yana, hiçbir demokratik hakka, örgütlenme özgürlüğüne sahip olamadan yönetilen sınıf olmaya mahkum oldular. Mülkün sahibi olmasalar da tasarruf hakkını elde tutan Komünist Partisi aracılığıyla gelişen bürokrasi zaman içerisinde konumunu pekiştirirken, sistemin çelişkisini de en yüksek boyutlara ulaştırdı. Varoluşunun tüm evrelerinde, emperyalist kuşatma altında oluşun yarattığı zorunlulukları bahane olarak öne sürüp, sosyalizmin vaat ettiği burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik olacağı iddia edilmiş olan ve işçi sınıfının gerçekten yöneten sınıf olabileceği, sınırsız örgütlenme özgürlüğünün olduğu topluma, bir türlü ulaşılmasının mümkün olmadığının artık kesin hale gelmesiyle birlikte, işçiler kendilerine ait olmayan, bürokrasinin tasarruf hakkı çerçevesinde işleyen bu kapitalizm dışı sistemi, daha beterine mahkum olup olmayacaklarına aldırmadan, başlarından defetmenin yolunu aramaya başlar oldular. Krizin zirveye ulaştığı bir momentte yapılan kimi reformlar, bir tankın üzerine tırmanan bir sarhoşun attığı nutuk sonucu, sistemin çökmesine ve kapitalizme geri dönülmesine yeterli oldu. Vahşi kapitalizm tüm SSCB’yi sararken zorla bir arada tutulduğuna kuşku olmayan birlik de parçalarına ayrıldı. Bu sosyalizm değil, sosyalizm adını tarihin bir mirası olarak taşımaya devam eden işçilerin doğrudan yönetici olma hakkını gasp etmiş bir bürokratik yönetimdi; Yine o tarihsel mirasın emeğin en yüce değer olduğu, işçilerin düzeninin burjuva düzeninden bin kez daha demokratik olduğu iddialarıyla, var olan bürokratik ilişkinin yarattığı gerilimin şiddetinin sonucu olarak yıkıldığı da tarihsel bir hakikat oluşturur. Ya sosyalizm ya da barbarlık veya yok oluş! Kar hırsı insanlığı yok oluşa sürüklüyor
İnsanın en yakın hayvan akrabalarından ayrılıp insanlık sürecine girişi ellerini kullanmasıyla başlasa da yine ellerini kullanan diğer hayvanlardan ayrışmasını soyutlama kabiliyetini geliştirmesi ve nihayetinde zihinsel üretimin belirleyici olacağı bir noktaya ilerleyiş süreci belirler. İnsanlığın tarih öncesini, insanın zihin gücünü kullansa da hala elleriyle üretim gerçekleştirdiği safhası oluşturur. Doğal gelişimi içerisinde insanlık, otomasyonun gösterdiği gibi, artık her türlü üretimi zihin gücüyle gerçekleştirmenin eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Burada insanlığın ta sınıflı toplumlar içerisinde geçirdiği toplumsal evrimin belirleyici olduğu bir yol ayrımına gelinmiş bulunulmaktadır. Ya hep birlikte insanlığın tarih öncesinden özgürlük ve dayanışmayı esas alan insanlık tarihine geçilecektir ya da sonucunun ne olduğu şimdiden kestirilemeyecek olan bir kaos dönemine sürüklenilecektir. Kapitalizmin temel hareket ettirici gücünün kar olması, teknik alanda muazzam gelişmelere yol açıp insanlığın bir kısmına zihin gücünün kullanımı açısından en geniş imkanları sunarken, diğer kısmını da adım adım bu alandan ve hatta üretim alanından bile uzaklaştırır. Üretici güçlerin bu kadar gelişmiş olduğu, işsizliğin kol gezdiği, 15 saatlik iş haftası ile bugünkü israf dışı üretimin gerçekleştirilebileceği günümüzde bile rekabet ve kar hırsı yüzünden 35 saatlik iş haftasına itiraz eden burjuvazinin iki büyük dünya savaşı çıkarmış olmasına şaşmamak gerekir. Bugünün dünyasında üreten yığınlara egemen olabilmek için oluşturulmuş muazzam askeri aygıtların kazara kullanılabilmesi imkanı bile mevcut bulunmaktadır. Nükleer silahların yayılmasının önüne geçmek gibi bir safsataya dayanarak İran, Kore Halk Cumhuriyeti gibi ülkelere saldırma bahanesi yaratan ABD emperyalizmi, kişi başına 20 ton dinamit gücünde patlama payı vaat eden, kullanılmaya kalkışıldığında atmosferde birikecek olan gazlar dolayısıyla güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasına engel olmak suretiyle on yıllar sürecek bir nükleer kışa neden olup dünya üzerindeki tüm canlı yaşama son verecek bir tehdidin en baş sorumlusudur. Azami kara ulaşmak için çevreye verilen zararlar sonucu yağmur ormanları ortadan kalkmakta, kimi alanlar çölleşmekte, atmosferde biriken karbondioksit ve diğer türden gazların yarattığı sera etkisi ya da ozon tabakasının delinmesi sonucu kutuplardaki buzların erimesiyle dünyanın dengesi altüst edilmektedir. Genetik ilminin denetimsiz bir biçimde gelişmesi ve askeri amaçlar da dahil insanlığın çıkarı değil de kar amacıyla kullanılmaya kalkışılmasının yaratabileceği yıkıcı sonuçları tahmin etmek bile insanın hayal gücü sınırlarını zorlamaktadır. Burjuvazi bütün bu gelişmeler karşısında kendi canını kurtaracak özel yaşam biçimleri üretebileceğini, yeraltında ya da uzayda koloniler oluşturabileceğini düşünebilir. Ancak milyarlarca insanın ne yeraltında ne de yer üstünde yaşamını devam ettirme şansı vardır. Bu kar tanrısına tapan, rekabet cehenneminin zebanilerinin oluşturduğu küçük bir azınlığın iradesine tabi gelişmenin önüne geçilmez, tüm üretici güçlerin denetimi insanlığın ortak çıkarlarına tabi kılınamaz ise iki büyük savaşın verdiği ders burjuvazinin kar için insanlığı yok etmekten de imtina etmeyeceğini göstermektedir. Onlar bizi yok etmeden biz onları durdurmalıyız. Bunun için tek çözüm, tam bir açıklığın hüküm sürdüğü, her şeyin insanlığın ortak denetimi altında olduğu sosyalist demokratik ilişkilere sahip bir toplumdur. Feodalizmi top yıktı, kapitalizmi de mürekkep yıkacak!
Barutu keşfeden bunun bin yıllar sonra nelere yol açacağını elbette öngörememişti; Mürekkebi keşfedenin de nasıl bir çığır açtığının farkında olmaması gibi. Feodal beylerin şatolarını, imparatorluk başkentlerinin surlarını yakıtı barut olan büyük çaplı toplar yerle bir etti. Ama burjuvazinin toplum üzerindeki hegemonyasını sağlayan da mürekkep oldu. Bilginin yayılması, modern bilimlerin gelişmesi, aydınlanmanın saçtığı ışık hep matbaanın keşfi ve onun yakıtı mürekkep aracılığıyla oldu. Ama burjuvazi elindeki bu silahın günün birinde dönüp kendisini nasıl vuracağını bilmiyordu. Napolyon bunu 200 yıl öncesinden haber verdi: “Feodalizmi top yıktı, kapitalizmi de mürekkep yıkacak!” Kapitalizmin bizi getirdiği yol ayırımında, onun insanlığı yok etmesine imkan vermeden bilgiyi dayanışma dünyasının kuruluşunda maddi güce dönüştürecek olan işçi sınıfı, tüm insanlığın kurtuluşunu sağlayacak yegane gücü oluşturmaktadır. Bağımsız, demokratik Türkiye! Yeniden yapılanan Türkiye
Osmanlının yüzyıllar süren merkezi devlet geleneğini devralan cumhuriyet, yönünü batıya çevirmiş olsa da onun ancak en despotik yönlerini devraldı. Osmanlı gibi yerel otoriteye hiçbir hayat hakkı tanımayan, her şeyi merkezin denetimine alan, parlamentoyu önceden tayin eden, seçimlere görünüşten öteye bir anlam yüklemeyen ve hiçbir örgütlenme özgürlüğüne olanak tanımayan demokrasisiz bir cumhuriyet oluşturuldu. Kurtuluş savaşının en büyük desteklerinden olan Çerkezlerin daha savaş sırasındaki tasfiyesi ve Kürtlerin savaş sonrasındaki varlıklarının inkarı, Cumhuriyeti demokrasiye izin vermeyecek derin gerilimlerin içine sürükledi. Örgütlenme özgürlüğünü tanımayan, laikliği bir devlet dini ihdas etme ve dini devlet eliyle yayma anlayışı olarak benimseyen cumhuriyet, böylece demokratik ilişkilerin oluşturulmasının önündeki temel engeli oluşturdu. Müttefik olmaktan inkar edilme durumuna düşen Kürtler irili ufaklı onlarca kez isyan ettiler ve şiddetle bastırıldılar. Şeriat-Kürt-komünizm karşıtlığı içerisinde şekillenen cumhuriyet, Birinci Paylaşım Savaşı’nın ürettiği gerginlikler ortamında Avrupa’nın gericilik bataklığına saplandığı bir döneminde beş milyon kilometrekareye yayılan bir imparatorluğun parçalanmasının yarattığı travmanın ürünü olan korkularla, şekli de olsa, çok partili rejimi tanıyabilmesi için ikinci paylaşım savaşının bitmesini beklemek durumunda kaldı. Kendisini ABD emperyalizminin egemenlik alanına atan Türk egemen sınıfları, Marshall yardımından yararlanmak isterken emperyalizmin ilk dayatmalarıyla yüz yüze geldi. Bu dayatmalar sonucu; Demiryolu yapımından vazgeçecek, Kore’ye asker gönderecek ve işbirlikçilik konusunda güven veren yeni partilerin varlığına olanak tanınacaktı. Çok partili rejimin şampiyonluğunu yapanlar demokrasiden söz ederken rejimin baskıcı karakterinde çok az değişikliğe gittiler. O kadarı bile onları “demokrasi kahramanı” yapmaya yetti. Emperyalizmle kurulan yeni ilişkiler, kırdan kente göçü hızlandırırken hızlı bir toplumsal dönüşüme de yol açtı. Hem alt sınıfların hem de egemen sınıfların konumlarında değişiklikler oldu; her kesime yeni unsurlar katıldı. Emperyalist egemenlik ithal ikamecilik denilen iç pazarı derinlemesine fethetme yöntemiyle ülkeye girerken toplumun tüm dokusuna nüfuz etmeye, kurumları yeniden şekillendirmeye ve gittikçe bir iç olgu haline gelmeye başladı ve Türkiye emperyalist dünya sistemi içinde sömürülen bir ülke oldu. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak nicelik olarak gelişen işçi sınıfı yavaş yavaş siyaset sahnesinde yerini almaya başlarken, devleti kuran ve kendisini sahibi olarak gören silahlı ve silahsız bürokrasinin eski konumunu kaybetmesi hükümetle olan gerilimleri artırdı ve 1960 darbesine yol açtı. Darbe bürokrasiye devlete daha fazla müdahale imkanları hazırlar ve gelecekte de benzer girişimlerin gerçeklemesinin zeminini döşerken, bu eylemle ters düşecek olan, öncekine göre daha demokratik bir anayasa hazırladı. Takip eden yıllar işçi sınıfının siyaset sahnesinde dönüştürücü etkisiyle yer aldığı, İşçilerin Partisinin parlamentoya girdiği ve o zamana kadar farkında olunmayan Türkiye gerçeklerinin toplumun önüne serildiği, toplumsal bilincin sıçramalarla geliştiği dönem oldu. Burjuvazi faşist ve dinci hareketle engellemeye çalıştığı bu aydınlanmaya eski ilişkiler içerisinde dayanamayacağını görünce 12 Mart 1971 darbesiyle üç genci katlederek gelişmenin önünü kesmeye kalkıştıysa da daha gelişkin bir kitle hareketiyle yüz yüze gelmekten kendisini koruyamadı. 1952’de NATO’ya girişle birlikte ABD emperyalizminin oluşturduğu gizli örgütler eliyle 50’li yıllarda azınlıklara karşı yıldırma hareketleri geliştirilirken, ‘60’li ve ‘70’li yıllarda aynı örgütler bu kez komando kampları kurup sağcı gençleri faşist ideolojiyle donatarak paramiliter yapılar oluşturdu. Demokrasi ve özgürlük için mücadele eden işçiler ve gençler üzerine saldırtılan Türk usulü Gladyocular ülkeyi kanlı bir iç savaş görünümüne soktular. Çoğunluğu genç 5000 insan bu kanlı pazarda hayatını kaybetti. Dünya kapitalizminin yaşamakta olduğu dönüşüm Türkiye’yi bu ortamda yakaladı. Bağımlılık ilişkilerinde, İthal ikamecilikten, ihracata dönük sanayiye ve mali sermayenin engelsiz dolaşımı koşullarına geçilmekteydi. Bu dönüşüm için gerekli olan IMF’nin reçetesinin uygulanabilmesi için toplumsal muhalefetin susturulması, tüm örgütlenmelerin oradan kaldırılması, demokrasinin kırıntılarının da temizlenmesi gerekmekteydi. Başka türlü bu acı reçeteyi kimse gönüllü olarak yutmazdı. ABD’nin kontrgerilla eliyle yarattığı terör koşulları gereken bahaneyi oluşturmaktaydı. Teröre son vermek üzere askeriye iktidara bir kez daha el koydu ve Türkiye’yi yeniden yapılandırmak üzere IMF reçetelerini birer birer uygulamaya başladı. ABD denetimindeki kontrgerilla 12 Eylül 1980 günü faşist militanlarını sahneden çekince terör, 13 Eylül günü yerini başka bir teröre bırakarak bıçak gibi kesildi. Türkiye bu girdiği yolda krizlere bata çıka, tüm servetlerini emperyalistlere sunarak, halkın vergileriyle oluşturulmuş devasa kurumları yok pahasına satarak ilerlerken bir de 12 Eylül’ün kanlı uygulamalarına paralel olarak düşük yoğunluklu diye nitelenin bir iç savaşın içine sürüklendi. Her yıl “ya biter ya biter” teranesiyle on yıllar geçti. Devlet terörü şiddetlendi. Binlerce köy boşaltılıp milyonlarca insan yurtlarından edildi. Faili meçhul cinayetlerin sayısı binleri buldu. Devleti ve toplumu tüm dokularına kadar çeteler sardı. Terörle mücadele ediyoruz, vatan için kurşun sıkıyoruz diyerek uyuşturucunun yüksek rantlarının peşinde, masum insanların yanında birbirlerini de katletmeye başladılar. Türkiye sanki ABD’nin arka bahçesindeki bir muz cumhuriyetine dönüştürülmüştü. SSCB’nin çöküşüyle birlikte Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar ABD emperyalizmi tarafından bir savaş alanına dönüştürüldü. Rakipsiz kaldığına inanan ABD kendini tek kutuplu dünyanın lideri ilan edip ortaklarını yarı yolda bırakırken, Türkiye’yle Kürt meselesi üzerinden halledilmesi zor bir çelişkinin içerisine sürüklendi. Devletin terör konusundaki teşhis ve tespitlerinin temelden yanlış olduğunu geçen 20 yıl ve Türkiye’nin uğradığı maddi manevi yıkım bütün açıklığıyla ortaya koydu. Kürtleri parlamentoya sokmamak, istikrarlı hükümetler oluşturmak için yarattığı demokrasi dışı kurgular, kısa zamanda yeniden koalisyonlar üretmeye başladı. Birinden çıkılıp diğerine batılan ekonomik krizlerden kurtulamazken yönetim krizleri geri gelen koalisyon hükümetleri tarafından aşılamaz oldu. Nihayet istikrar, bunca özenilen laikliğe ters düştüğüne inanılan, Anadolu Kaplanlarının temsilcisi olarak ilan edilen bir partiyle sağlanmak yoluna gidilince cumhuriyeti başından beri bir kırmızı şerit gibi izleyen, şeriatçılık-laikçilik çatışması toplumu sardı. Neo-liberalizmle birkaç on yılı geçiren dünya kapitalizminin bu yolun sonuna gelmesiyle birlikte Türkiye için de bu yol bitmiş oldu. Bundan sonrası tufan! Aynı yolda ısrar etmek, yıkımların daha fazla büyümesinden başka bir sonuca yol açmaz. Hükümetlerin oluşturduğu yalancı yeniden yapılanma reformlarının, işleri daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaraması mümkün değildir. Yerel yönetimler ve merkez
Demokratik devrimler yaşamış tüm Avrupa devletleri merkezin yetkilerini sınırlayan, yerel iktidar sahibi olan yerel yönetimlerle karakterize olurlar. Bu kadarla da kalmaz, Kuzey’den Güney’e doğru Amerika’nın bütün büyük devletleri “birleşik devletler” özelliğine sahiptirler. Her birleşen devlet kendi anayasasına, meclisine, bakanlar kuruluna ve başkanına sahiptir. Hatta bazılarında hakimler bile seçilirler. Bunlar demokratik devrimlerin belirleyici özelliklerini oluştururlar. Türkiye’nin yüz yüze bulunduğu bugünkü sorunların aşılmasında en reel rolü oynayacak olan, ışığını sosyalist demokrasiden alan, proletaryadan başka sınıfların varlığını da göz önünde bulunduran, yerel iktidar temelli bir demokratik yapılanmadır. Var olan il dağılımının yeniden düzenlenerek daha büyük illerin oluşturulduğu, valiliklerin kaldırıldığı, yerini seçimle gelen ve merkeze bağlı olmayan yerel yönetim başkanlarının aldığı, il parlamentolarının oluşturulduğu ve bunların gerekli mali imkanlarla donatıldığı bir yapılanma, iktidarı halka yakın konuma getirmekle kalmaz, halkın doğrudan yönetime katılmasına olanak sağlayacak ve temsili meclislerle işbirliği içinde çalışacak doğrudan demokrasinin uygulandığı mahalli meclislerle tamamlanarak gerçek bir halk iktidarı oluşturur. Merkezi yapı, milli bakiye sistemine dayalı bir ülke meclisi ve yeteri sayıdaki il temsilcilerinin bulunduğu bir iller meclisi ile oluşturulur. Hiçbir karar bu iki meclisin onayı olmadan geçerli olamaz. Merkezi iktidar ülke çapındaki işlevlerin yerine getirilmesi ve iller arası eşitsizliklerin dengelenmesi için gerekli tedbirleri geliştirir. Kürt sorunu
Osmanlı tarihinin halledilememiş ağır miraslarının başında Kürt meselesi gelir. Tarihen bölgenin imparatorlukları arasında paylaşılmış olan Kürtlerin yaşadığı alanlar Birinci Paylaşım Savaşı’nın ardından bir kez daha emperyalistler tarafından paylaştırıldı. Bu paylaştırma biçiminin sonucu olarak da mesele sadece Türkiye’nin değil, Suriye, Irak ve İran’ı da içine alan bölgenin bir meselesi haline geldiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi ve İran’a müdahale hesapları çerçevesinde daha da çok faktörlü bir konuma ulaştı. Kürtler hem bölgede hem de Türkiye’nin hemen tüm illerine dağılmış olarak yaşadıklarından dolayı sorun ikili bir özellik arz eder. Farklı etnik varlıkları inkar eden bir üniter devlet anlayışı sonucu, yerel yönetimler temeline dayalı bir demokrasi çerçevesinde çözülebilecek bir meselenin, isyanlar ve artık askeri literatürde düşük yoğunluklu diye nitelenen bir iç savaş düzeyine ulaşmasına ve tüm Türkiye’ye milyarlarca dolarlık kayba yol açarken, parayla hesaplanamayacak acıların da kaynağı olmasına neden olunmuştur. Farklı etnik kökenden gelen toplulukların birlikte yaşadıkları tek ülke Türkiye değildir. Fransa, Belçika, İtalya, İsviçre, İspanya gibi ülkeler otantik etnik topluluklara sahipken bunların inkarına gerek görmeyen, kültürel olandan idari, siyasi olana kadar haklara dayalı çözümleri üretebilmişlerdir. Artık Kürtlerin varlığına ilişkin inkar politikasının bittiğini, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Kürt dili üzerindeki yasağa son verip, kurslarda öğretilmesini serbest bırakıp, kendi televizyonlarında bu dilde yayın yaparak ilan etmiş bulunmaktadır. Bundan sonra atılacak adım Kürt meselesi değil Türkiye’nin kendisinin en temel problemini oluşturan demokrasi meselesine bağlıdır. Mesele artık, Kürtlerin de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalarak demokratik özerklik yoluyla bir çözüme ulaşılması konusundaki talebi benimsemiş olmaları dolayısıyla Türkiye’nin yerel yönetimleri esas alan, merkezi idareyi ülkenin genelini ilgilendiren işlerle görevlendiren, çağdaş insan haklarına ve hukuka sadık bir demokrasiyi benimseyen demokratik bir cumhuriyet haline gelmesiyle kendiliğinden hallolacak bir niteliğe bürünmüştür. Bu yol on yıllardır yaşanan acıların ortadan kaldırılmasının, barış ve kardeşlik içerisinde yaşan bir Türkiye’nin oluşturulmasının en sancısız yolunu oluşturur. Ancak demokratik özerklik talebinin şiddet yöntemleriyle bastırılmaya çalışılması ve savaşta ısrar, bir yandan şoven ortamı güçlendirerek etnik bir boğazlaşmaya zemin oluştururken, diğer yandan duygusal ve düşünsel kopuşu da tetiklemektedir. Ulusların Kendi kaderlerini Kendilerinin Belirlemesi ilkesinin ödünsüz ve koşulsuz savunucusu olan İşçilerin Sosyalist Partisi, Kürt Halkının demokratik ve meşru talepleri için yürüttüğü mücadelenin destekçisi ve bu taleplerin savunucusudur. Meselenin sınır aşan yönlerinin hallinin imkanları da demokrasi ve barış ilişkilerinin geliştirilmesinde yatmaktadır. Bölge ülkeleriyle oluşturulacak ve gelecekte koşulların gelişmesine paralel olarak siyasal birliği de amaçlayan, sınırları harita üzerinde koruyan, serbest dolaşımı öngören bir ekonomik iş birliği alanı bölge halklarının en barışçı ilişkileri geliştirmesinin olanaklarını yaratır. Eşit milliyetler
İmparatorluk mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti bunun doğal sonucu olarak sadece Osmanlı’nın borçlarını değil, imparatorluğun değişik milliyetlerini, Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen göç dalgasının kendisiyle birlikte taşıdığı problemleri, Ermeni, Rum ve Süryanilere karşı işlenen suçların ağırlığını, sürgünlerin geride bıraktığı acıları ve bunların tüm toplum üzerinde yarattığı travmaları da devralmış oldu. Diğer milliyetlerin varlığını inkara dayalı uluslaşma süreci, zorla asimilasyon ve baskılarla at başı gitti. Neredeyse cumhuriyetin yarısı sıkıyönetimler ve olağanüstü hal uygulamalarıyla geçti.
Çağdaş dünya en küçük milliyetlerin dahi kendi kültürel varlıklarının tanınmasını ve özgürce geliştirmesinin imkanlarını kendilerine sağlanmasını demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından saymaktadır. Türkiye’nin üyesi olmak için çabaladığı AB, bünyesindeki azınlık milliyetlerin her türlü haklarını tanırken, göçmen işçi olarak bu ülkelere gitmiş toplulukların kültürel haklarını da tanımakta ve asimilasyonu dayatmayan uygulamaları benimsemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş belgelerinden birini oluşturan ve anlaşma metninde bunun hiçbir yasayla ihlal edilemeyeceği belirtilmiş olan Lozan anlaşmasının 39. maddesi “Türkiye vatandaşlarından hiçbirinin gerek özel ya da ticari ilişkilerde, gerek din, basın veya her türlü yayın hususunda ve gerek genel toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir kayıt konmayacaktır.” belirlemesiyle tüm Türkiye vatandaşlarına istisnasız kullanacakları dil konusunda özgürlük tanır. Uzun yıllar farklı milliyetlerin varlığını inkar için sürdürülen politikaların Türkiye’nin sonu gelmez sorunlarla yüz yüze gelmesine neden olduğu, günümüzde artık daha iyi kavranmaktadır. Bu açıdan inkar yıllarında kaybettirilenlerin telafisi için hızla pozitif ayırımcı bir tutum içerisinde Arap, Süryani-Asuri, Gürcü, Laz, Abhaz, Çeçen, Adige, Boşnak, Pomak, Roman halklarının kültürel değerlerini koruyup geliştirebilmeleri, dillerini özgürce kullanabilmeleri için çağdaş demokratik haklar tanınmalı, kaybettiklerini telafi edebilmeleri için devletçe desteklenmelidirler. Ermeni, Rum ve Süryani-Asuri meselesi
Anadolu’nun otantik halklarından olan Ermeniler, Rumlar ve Asuri-Süryani halkının bu topraklardan yok edilişi, mağdurları hala yaşamakta olan yakın tarihin bir meselesi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısında dikilmeye devam etmekte ve adalet talebi çağdaş demokrasi ve insan hakları değerleri geliştikçe daha da şiddetlenip Türk halkının vicdanındaki yaranın kanamasını şiddetlendirmektedir. Osmanlı’nın acı mirasını devralan Cumhuriyet, onun işlediği suçların ortağı olmadığını Lozan Anlaşması’yla İstanbul’da yaşayan Ermenilere, Rumlara (İmroz ve Bozcaada Rumları da dahil) ve Yahudilere kimi kültürel haklar tanıyarak ilan etti. Ancak bu tanıma demokrasi kavrayışı içinde pozitif ayırımcı bir mantıkla değil dışlayıcı bir mantıkla uygulamaya konuldu. Azınlıkların varlıklarına son verilmek için varlık vergisi ve 6-7 Eylül türü devletçe örgütlenmiş kont-gerilla saldırıları düzenlendi. Ermenilere karşı işlenmiş olan cinayetler önce kabullenilirken, daha sonra mesele karşılıklı kırım ve giderek Ermenilerin Türkleri katlettiği noktasına ulaşıp, onlarınsa hastalık ve yol kazası gibi nedenlerle ölümle yüz yüze geldikleri propagandasıyla şoven bir nefret havası oluşturuldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin de altında imzası olan, BM kararları arasında yer alan soykırım tanımı Ermenilerin, her ne kadar iki devletin anlaşmasına dayanarak yapıldığı söylense de, Rumların ve Süryani-Asuri halkının konumlarını tam anlamıyla tariflemektedir. Türkiye toplumu bu yüklerin yarattığı travmaların altında demokrasiyi hayat biçimi haline getirebilmekte zorlanırken, söz konusu katliamların muhatabı olmuş halkların acılarının dinmemesi sonucu yükselen adalet talepleri karşısında şovenizme sığınmaya mecbur edilmektedir. Tarihin karanlık ve acı sayfalarıyla yüzleşemeyen milletlerin kendileri için de huzurlu bir dünya kurabilmeleri imkansızdır. Bu nedenle tarihin acı sayfalarının kapatılabilmesi için bu sorunlarla yüzleşmeyi ve bu yüzleşmenin gerektirdiği insani sorumlulukları verilen zararların tazminine kadar yerine getirmeyi benimseyen yeni, insancıl, halkların kardeşliğine dayanan bir politikayı hayata geçirmek zorunluluktur. Bu sorunlar inkar edilmeye, yok sayılmaya devam edildiği müddetçe Türkiye halkının demokrasiye ve çağdaş insanlık içerisinde huzurlu bir yere ulaşması, günümüzün sıkıntılarının gösterdiği gibi olanaklı olamayacaktır. Kendi insanlığımıza sahip çıkmanın yolu önce başkalarının insanlığına sahip çıkmaktan geçer. Tersi şoven milliyetçiliğin halkları birbirine düşman eden sonu gelmez çelişkiler çizgisidir. Kıbrıs sorunu
Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki coğrafi konumu, emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarına yönelik üs ve ileri karakol görevi için uygun bir zemin oluşturmaktadır. ABD ve İngilizler emperyalizmi, ada’daki varlıklarını sürdürülebilir kılmanın tek yolu olan “böl-yönet” politikalarıyla Kıbrıslılar arasında “yaratmış oldukları çelişkileri” kullanarak, Kıbrıs bağımsızlık güçlerini kendi çıkarları doğrultusunda etkisizleştirmek suretiyle dengelemiştir. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşmaları arsında yer alan Garanti ve İttifak Anlaşmaları çerçevesinde garantörlere (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere), Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını tehdit edecek ve ortadan kaldırabilecek tehlikelere karşı (birlikte veya tek başına) müdahale hakkını, Türkiye; 15 Temmuz 1974 Yunan Cuntası darbesini gerekçe gösterip 20 Temmuz’da adanın %35’ini işgal etmek suretiyle kullanmıştır. Ancak bu müdahalenin sonunda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını koruma yerine, kendine bağlı uydu bir devlet kurmuştur. Ada’nın “kuzeyinde” uygulanan entegrasyon ve asimilasyon politikaları adanın yerel dokusunu ortadan kaldırmakla birlikte, Cenevre Konvansiyonları’na aykırı olarak Türkiye’nin adaya aktardığı nüfus, hemen her alanda Kıbrıslıların özgür iradesini tamamen ortadan kaldırmıştır. Kıbrıs’ın bölünmesiyle ortaya çıkan fiili durum, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde önüne ciddi bir engel olarak dururken, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’yle ilişkilerinde de bir gerilim merkezi oluşturmuştur. Türkiye, dünya üzerinde tecride uğradığı gibi bulunduğu her platformda bu sorunun ağırlığını üzerinde hissetmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ne üye olarak kabul edilmesinin ardından durum daha da ağırlaşmış ve mesele, Türkiye ile AB arasındaki bir sorun haline gelmiştir. Ayrıca Kıbrıs sorunu, Türkiye demokrasisinin önünde önemli bir engele dönüşerek, iç politikada da şoven unsurların malzemesi durumuna düşmüştür. Mevcut durum devam ettirildiği müddetçe Türkiye uluslararası kurumlarla olan ilişkilerinde, var olan başka sorunlar yanında, bu sorunun ağırlığını üzerinde hissetmeye devam edecektir. Kıbrıs’ın kaderi üzerinde söz sahibi olabilecek olanlar, sadece Kıbrıslılardır. Demokratik ilişkiler içerisinde kendi kaderlerini tayin etmelerine engel olacak her türlü dış müdahaleye son verilecektir ve bunun için Türkiye askeri ve sivil varlığını şartsız geriye çekmelidir. Tüm göçmenler evlerine dönmeli, seyahat ve yerleşim özgürlüğü sağlanmalıdır. Özgür kadınlar Kadınların Kurtuluşu
Özel mülkiyetin ortaya çıkışı, kadınların denetlenmesinin, baskı altına alınmasının ve toplumlarda ikincil görülmesinin önünü açmıştır. Özel mülkiyetle birlikte ortaya çıkan, sınıflı toplumlarda gelişen ve kendini yeniden üreten erkek egemenliğine karşı mücadelede ön koşul, kadın ezilmişliğinin ekonomik temellerini ortadan kaldırmak, özel mülkiyete son vermektir. Bu nedenle kadın kurtuluşunun ön koşulu olarak sosyalizm hedeftir. Sosyalist Partili Kadınlar; kadın kurtuluş mücadelesini, bütünlüklü toplumsal kurtuluş mücadelesiyle bağlantılı bir perspektifle sürdürür. Sosyalizmde, sosyalist demokrasi ve çoğulcu sosyalizm anlayışı gereği örgütlenme özgürlüğünün olması, kadınların politik güç haline gelmelerinin de önünü açacaktır. Ancak; reel sosyalizm deneyimlerinde görüldüğü gibi sosyalizmle, toplumsal yapıdaki maddi koşulların değişmesi kadınların kurtuluşunu sağlamak için yeterli olmayacaktır. Tarihsel deneyimlerimiz gösteriyor ki; sosyalist toplumda da güçlü bir kadın kurtuluş hareketini var edebilmek kadınların kurtuluşu açısından zorunluluktur. Bu sebeple Sosyalist Partili Kadınlar kadın cinsinin ezilmişliğine karşı verilecek mücadelenin, kadın kurtuluşunun ön koşul olarak kabul ettiğimiz sosyalizm mücadelesiyle sınırlandırılıp, sınıf indirgemeci bakılamayacağını savunur. Kadın kurtuluş hareketi, bir yanda tüm ezme ezilme ilişkilerine karşı kendini konumlandırarak sınıf hareketiyle, ulusal kurtuluş mücadeleleriyle demokratik hareketlerle ittifak yaparken, diğer yandan her toplumsal kökenden kadını içerebilecek şekilde kadın hareketini ve kadın mücadelesini örmeyi/örgütlemeyi hedeflemek zorundadır. Kadın mücadelesinin sınıf mücadelesiyle kesişen yolları, kadınların cins olarak ezilmesinin özgünlüğünü ortadan kaldırmaz. Kadınların karşılıksız emeği, aile içinde kocanın denetiminde; kapitalizmin ve kocanın hizmetine sunulurken kadın bedeni, cinselliği ve kimliğine kocanın özel mülkü sayılarak el konulmaktadır. Erkek egemen ideoloji, kadınları sadece evde ve işte değil, kültürde, sanatta, politikada ve cinsellikte ikincileştirir, dilde kadın cinselliğini, kadın kimliğini aşağılama vurgusu olarak kullanır. Feodalizme ait namus kavramı, kadınları sindirmek üzere baskı aracı olarak kullanılır, kadın kimliğini, kadın bedeninin cinselliğine indirgeyerek aşağılar, erkeklere itaat etmeleri gerektiği bilincini aşılayarak meşruiyet sağlar. Sosyalist Partili Kadınlar, bu erkek egemen ideolojinin yarattığı tüm baskı ve ayrımcılığa, heteroseksizme, namus kisvesi altında kadın bedenini denetim altında tutan toplumsal bakış açısına karşı mücadele eder. Her ulustan, sınıftan, ırktan veya toplumsal kesimden kadının, kadın olmaktan kaynaklanan ortak ezilmişliği, tüm kadınları, erkek egemenliğine karşı, sadece kadınlardan oluşan bir hareketin doğal bileşeni haline getirir. Sosyalist Partili Kadınlar, farklılıkların meşruiyeti perspektifiyle, çok kimlikli feminizmlerin ve/veya farklı kimliklerin kabulü üzerinden, birlikte hareket etmeyi savunur. Kadın kurtuluş hareketinin temeli, erkek egemenliğini aşındırmaya yönelik sistem içi taleplerin ötesindedir. Bütün ezme-ezilme ve sömürüye dayalı olarak oluşan egemenlik ilişkilerinin birbirini beslediğinden hareketle, kadın kurtuluşu bir yandan erkeklere ve erkek egemenliğine karşı mücadeleye, diğer yandan tüm egemenlik ilişkilerini reddeden bir ideolojik konumlanışa sahip olmalıdır. Kadınların emeği, bedeni ve kimliği üzerindeki her türlü iktidar, cinsiyetçi işbölümü, kamusal/özel alan ayrımı, kadınların cinselliklerinin ve doğurganlıklarının birbirinden ayrılması, yasal evlilik zorunluluğu ortadan kalkıncaya, ev işleri ve çocuk bakımı toplumsallaşması sağlanıncaya, kadar kadınların kurtuluş mücadelesi sürecektir. Bölgesel barış için bölgesel işbirliği ve federasyon
Ekim Devrimi’yle doğan dengenin yıkılıp kapitalist sistemin yeniden egemen olmasıyla birlikte, küçük ülkelerin kaderi daha fazla emperyalizme bağımlı hale geldiği gibi dünya ekonomik sisteminin geçmişe kıyasla üretim düzeyinde de daha fazla birbiriyle bağlantılı hale gelmiş olması, küçük ülkelerin kapitalist sistemden koparak bağımsız yaşamalarının önüne de aşılması zor engeller dikmiş bulunmaktadır. Emperyalizme bağımlılığa son veren böyle ülkelerin emperyalistler tarafından uygulanacak ambargolar, komplolar ya da doğrudan saldırılarla çökertilmesi, kendi iç çelişkileri içinde boğulabilmesi dünyanın iki sisteme bölünmüş olduğu döneme göre son derecede zorlaşmıştır. Yugoslavya, Ukrayna, Irak, Afganistan ve Gürcistan gibi ülkelere karşı uygulanan politikaların sosyalizme yönelecek ülkelere karşı da kullanılacağı reddedilemez bir gerçeklik oluşturmaktadır. Sürdürülebilir bir iktisadi yapı oluşturarak iktidar değişikliği öncesinin sorunlarını aşabilecek, vaat ettiği demokrasiyi halkın rızasına dayalı olarak kurup sürdürebilmek için ya Venezüella ve İran gibi doğal kaynakları sayesinde güçlü olabilmek ya da ambargo ve doğrudan müdahale imkanlarını asgariye çekebilecek bölgesel ve uluslararası ittifaklar oluşturabilecek bir konuma ulaşmış olmak gerekir. Bu nedenle İşçilerin Sosyalist Partisi, daha bugünden, yarının ittifak sisteminin adımları olacak bölgesel bir hedefin bölge halkları tarafından benimsenmesinin olanaklarını yaratmaya çalışır. Bunun için bölgenin ilerici, devrimci, sosyalist partileriyle halkların kardeşliğinin ve dayanışmasının gelişmesi için ortak adımlar atmayı, geleceğin bağımsız ve demokratik Türkiye’sinin oluşumunun en temel görevlerinden biri olarak görür. İşçilerin Sosyalist Partisi Ortadoğu, Kafkas, Balkan ve Kıbrıs halklarının emperyal amaçları olmayan, yalnızca ezilen halkların dayanışmasını gerçekleştirerek emperyalizme karşı ayakta kalabilmek için Avrupa Birliği türünden bir siyasal birliğe ilerlemek, bunun için bugünden bölge ülkeleri arasındaki sınırları sadece harita üzerinde bırakarak serbest dolaşıma imkan veren ve iktisadi bir işbirliğini öngören bir yapılanmayı savunur. Bu imparatorluk mirasına sahip bölge halklarının iradeleri dışında parçalanmışlıklarından kaynaklanan iktisadi, siyasi, kültürel ve toplumsal sorunların aşılmasında temel bir rol oynayacağı gibi bölge halklarının kaynaklarını daha rasyonel kullanabilme ve emperyalistlerin kışkırtmaları sonucu askeri harcamalara boğulmalarının önüne geçecek temelli bir çözüm oluşturur. Sosyalist demokrasi mücadelesi ve kesintisiz devrim
Önemli olan işçi sınıfının belli bir tarihsel anda ne yaptığı değil, insanlığın tümden kurtuluşu için ne yapmakla yükümlü olduğudur. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesi birbirinden ayrılmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Demokrasinin burjuvazinin sınırlamalarına bağlı olarak tariflenmesi burjuva demokrasisi diye esasında demokrasi kavramının ruhuna ters düşen bir biçimin demokrasi yerine kabul edilmesine neden olmuştur. Böyle sınırlamaların geçerli olacağı, feodal ve köleci demokrasi biçimleri de yaşanmıştır. Eğer demokrasi, halkın kendi kaderini tayin etme hakkı ise bunun herhangi bir sınıf tarafından sınırlandırılması kabul edilemez. Halkın çıkarına uygun olan demokrasiye de uygun olandır. Halkın çıkarını ihlal eden her hak kullanımı da demokrasinin ihlal edilmesi anlamına gelir. Bu anlamda burjuva demokrasisi halkın çıkarlarının sınırlanmasının, engellenmesinin adından başka bir şey değildir. Böyle halkın çıkarlarına denk düşecek bir demokrasiyi çağımızda ancak sosyalizm tarifleyebilir ve bunun için de günümüzde sürdürülecek olan demokrasi mücadelesinin hedeflerini belirleyecek olan, içine girilen ittifaklara da bağlı olarak sosyalist demokrasidir. Çağımızda demokrasi mücadelesine öncülük edebilecek tek sınıf işçi sınıfıdır. Demokrasi okulunda eğitim gören, başkasının hakkını savunmanın kendi haklarının güvencesini oluşturduğunun bilinciyle donanan işçi sınıfı, insanlığın tarih öncesinden canlı olan her şeyin yaşama hakkını tanıyan, sancağında “herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” prensibinin yazılı olduğu eşitlik temeline dayalı, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki her türlü engelin ortadan kaldırıldığı, dayanışma toplumundan geçerek insanlığın gerçek tarihini oluşturacak olan “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” prensibinin yazılı olduğu, insanın insanı yönetmesi yerine sadece dayanışmasının var olduğu Komünist bir topluma ulaşmak için mücadele etmekle yükümlüdür. Kendi kurtuluşunun toplumun tümünün kurtuluşu olduğunun bilincine varan işçi sınıfı, tüm toplumun da öncüsü olur. İşçilerin Sosyalist Partisi, işçi sınıfının bu amaca ulaşmasının biricik yolunun, amaçlarına denk düşen her türlü eylem ve ilişkiyi bugünden geliştirerek, kendi işgüçleriyle yaşayanların demokrasisinin kuruluşu mücadelesini kesintisiz sürdürmesinden geçtiğine inanır. İşçi sınıfının, amaçladığı topluma, ittifak kurduğu kesimlerle ilerlerken kapitalist özel mülkiyet dışında yaşamak için olsun, geçim için olsun kişisel mülkiyete sınırlama getirmeden, hiçbir zorlamaya başvurmadan ve başkalarına zarar vermeden insanlığın gelişiminin doğal yollardan geliştirip taşıyabildiği ilişkilere hiçbir müdahalede bulunmadan, gerginliklerden olabildiğince uzak konsensusa-rızaya-oydaşmaya dayanan ilişkiler içinde varabilir. Gerginliklerin belirlediği toplumların zorunluluklar gerekçesinin hiçbir zaman bitmeyeceği, “zorunluluklar” denilerek zor uygulamalarının karşısında kalan emekçi sınıfların nihayetinde o toplumu yıkmak için, kendi aleyhlerine olabilecek işler de dahil olmak üzere, gereken her şeyi yapmaya başvurduklarını tarih kanıtlamış bulunmaktadır. Elbette ki, birbiriyle uzlaşamayacak zıtlıklar içerisinde olanların gerginlikten uzak yaşamaları olanaklı değildir. Toplumun dönüşümü için ittifak yapmış olanların oluşturdukları ortak anayasa, gerginliğin ve oydaşmanın zeminini de belirler. Hangi sınıflar ittifak içerisinde iktidar oluşturmuş iseler onların konsensusu içerisinde hayat ilerler. Müttefiklerini yolun bir yerinde onların rızasının dışında, doğal gelişimin sonucu olmayan bir biçimde ortadan kaldırmayı öngören ittifak ilişkilerini tarih mahkum etmiş ve sosyalizmin birinci adımını ikinci bir adımın izlemesinin önüne geçmiştir. Böyle bir ilerleme çizgisini sürdürebilmek ve herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacına göre şiarının yazılı olduğu komünist topluma ulaşmayı amaçlayan İşçilerin Sosyalist Partisi, sosyalist demokrasi mücadelesinin bugünkü aşamasından başlayarak aşağıdaki hedefler için mücadele edilmesini savunur. İşçilerin Sosyalist Partisi bu hedefler için yürütülen mücadelenin, işçi sınıfının eylemini sakatlayan tasfiyeciliğe, ikameciliğe, fraksiyonculuğa karşı mücadeleyle birleştirilmesi gerektiğinin bilincindedir. MÜCADELE HEDEFLERİ VE TALEPLER EMEKÇİLERE İNSANCA BİR YAŞAM İÇİN!· İş haftası 35 saat yapılacaktır,· Eşit işe eşit ücret verilecektir,· İşçileri sigortasız çalıştıran patronlara ağır yaptırımlar uygulanacaktır,· Fazla mesai yasaklanacaktır,· Lokavt yasadışı ilan edilecektir,· Koşulsuz iş güvencesi sağlanacaktır,· Sosyal güvenlik kurumlarının özelleştirilmesine son verilecek, özelleştirilenler işçi denetiminde kamulaştırılacak, sosyal güvenlik kurumlarında işçi denetimi sağlanacaktır,· Bütün yurttaşlara bilimsel, demokratik, eşit, anadilde, parasız eğitim verilecektir,· Sağlık kuruluşlarının özelleştirilmesi durdurulacak, özelleştirilenler kamulaştıralarak işçi denetimine tabi olacak, bütün yurttaşlar sağlık hizmetlerinden parasız yararlanacaktır,· Bütün yurttaşlar için çalışma hakkı güvence altına alınacaktır, · İşsizlere insanca yaşamalarını olanaklı kılacak işsizlik sigortası ödenecektir,· İşyerlerinde iş güvenliği ve iş sağlığı işçiler tarafından denetlenecektir,· Eşel-mobil sistemi uygulanacak, işçilerinın ücretlerine enflasyon oranında zam yapılması yasal güvenceye alınacaktır,· Engellilerin toplumsal yaşama katılımlarını sağlayacak düzenlemeler yapılacak, engellilere yönelik görünür görünmez bütün kısıtlar kaldırılacaktır,· Emeklilerin maaşı insanca yaşamalarını mümkün kılacak bir seviyeye çıkarılacaktır,· Yaşlıların toplumsal yaşamın bir parçası olması için gerekli bütün düzenlemeler yapılacaktır,· Tarım işçilerinin ücretleri diğer işçilerinin ücretleri seviyesine çıkarılacaktır,· Bütün yurttaşların güvenli ve sağlıklı konutlarda yaşaması garanti altına alınacaktır. HALK İÇİN ÜRETİM!· KİT’ler işçi denetiminde olacaktır,· Özelleştirilen KİT’ler kamulaştırılacak ve işçilerin denetimine verilecektir,· Askeri harcamalar kısıtlananacak, militarizasyona harcanan kaynaklar sağlığa, eğitime, temel altyapı yatırımlarına ve KİT’lerin geliştirilmesine aktarılacaktır,· Üretken hiçbir işlevi olmayan bankaların, borsanın kapatılması ve tüm yatırım bankalarının kamulaştırılması sağlanacaktır, · Küçük üreticilerin tarım kooperatiflerinde örgütlenmeleri teşvik edilecektir,· Köklü bir toprak reformunun gerçekleştirilecektir, · Dolaylı vergilerin kaldırılacak, servete ve kazanca göre artan oranlı vergi uygulamasına geçilecektir,· Narko-ekonomi ortadan kaldırılacak, narko-ekonomi ile bağlantılı olduğu mahkeme kararıyla tespit edilen işletmeler kamulaştırılacaktır,· Özelleştirmeler durdurulacak, özelleştirilen işletmelerin kamulaştırılarak işçilerin denetimine verilmesi sağlanacaktır,· İç ve dış borçların ödenmeyecektir,· Tarımsal üretimi koruyucu tedbirler alınacak, gerektiğinde sübvansiyon uygulanacaktır,· Bütün ekonomi kayıt altına alınacaktır, · Çocukların çalışması yasaklanacak, çocuk çalıştıran işletmelere ağır cezai yaptırımlar getirilecektir,· Kadınlar için eşdeğer işe eşit ücret uygulamasının gerçekleştirilecek, bu kurala uymayan işletmelere ağır cezai yaptırımlar uygulacaktır,· Ana ve babaya emzirme dönemi boyunca ücretli doğum izni verilecektir,· İşletmelerin çevreyi tahribi engellenecek, bu işletmelere ağır cezai yaptırımların uygulanması sağlanacak, uygulanan yaptırımlar sonrası gerekli önlemleri almayan işletmeler kamulaştırılacaktır,· Performansa göre değerlendirme sistemine son verilecek, esnek üretim tekniklerinin uygulanması engellenecektir,· İşçilerin sendikalaşmaları önündeki bütün engeller kaldırılacaktır,· Verimli çalıştırılamayan her türlü kapitalist işletmelerin kurtarılması uygulamasına son verilerek, bu türden işletmeler kamulaştırılarak işçilerin denetimine verilecektir,· Dış ticaret kamulaştırılacaktır, · Avrupa Birliği(AB) ile Gümrük Birliği, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, MAI türü örgüt ve anlaşmalardan çıkılacaktır.
HALK İÇİN ÖZGÜRLÜK!· Milli Güvenlik Kurulu, MASK, MBSB, kriz yönetimi, İç Hizmet Kanunu’nun askeri darbeye imkan veren hükümleri ortadan kaldırılacaktır, parlamentonun yetkilerini kısıtlayıcı hiçbir kurumlaşmaya izin verilmeyecektir,· Varolan il dağılımları iktisadi, coğrafi, kültürel, etnik vb. Özellikler dikkate alınarak yeniden düzenlenerek daha büyük iller oluşturulacak, valilikler kaldırılacak, yerine seçimle gelen ve merkeze bağlı olmayan yerel yönetim başkanlığının aldığı, il parlamentolarının oluşturulduğu ve bunların gerekli mali imkanlarla donatıldığı bir idare yapılanma oluşturulacak, bu idari yapılanma, halkın doğrudan yönetime katılmasına olanak sağlayacak ve temsili meclislerle işbirliği içinde çalışacak doğrudan demokrasinin uygulandığı mahalli meclislerle tamamlanarak gerçek bir halk iktidarı oluşturulacaktır; Merkezi yapı milli bakiye sistemine dayalı bir ülke meclisi ve yeter sayıdaki el temsilcilerinin bulunduğu bir iller meclisi ile teşkil edilecek, hiçbir karar bu iki meclisin onayı olmadan geçerli olmayacaktır. Merkezi iktidarın yetkisi ülke çapındaki işlevlerin yerine getirilmesi ve iller arası dengesizliklerin giderilmesi için gerekli tedbirleri geliştirmekle sınırlı olacaktır.· 12 Eylül Anayasası ortadan kaldırılacak, halkın katılımıyla demokratik bir anayasa yapılacaktır,· Sivil ve askeri otoritenin yargı üzerinde tasarrufta bulunmasına imkan veren yasa maddeleri kaldırılacak, yargının bağımsızlığı için gerekli tedbirler alınacaktır,· Bütün işçiler için grevli, toplu sözleşmeli sendikal örgütlenme hakkı getirilecektir,· İşkolunda % 10 örgütlenme barajı başta olmak üzere, sendikal örgütlenmeyi sınırlayan bütün barajlar ortadan kaldırılacaktır,· Subay ve polislere grevli, toplu sözleşmeli sendikal örgütlenme hakkı tanınacaktır,· Orduda her türlü aşağılayıcı muamele, dayak, şiddet uygulamalarına son verilecek, bu türden insan onurunu aşağılayıcı muamelede bulunan rütbeli personelin askerlikle ilişiği kesilecektir,· Kamu işçileri sendikalarının önündeki bütün sınırlamalar kaldırılacak, bütün kamu işçilerini kapsamak üzere grevli, toplu-sözleşmeli sendika hakkı yasallaşacaktır,· Kamu işçilerine siyasi partilere üye olma hakkı tanınacaktır,· 12 Eylül Anayasa’sının dönemin sorumlularına yargı yasağı getiren geçici maddeleri kaldırılacak, başta 12 Eylül Cuntacıları olmak üzere, tüm sorumlular yargılanacaktır,· Delil saptıran ya da yanlış beyanda bulunan devlet yetkilileri ” halka yalan söyleme” suçu ile yargılanacaktır,· Seçim sistemindeki her türlü baraj kaldırılacaktır, · 301’nci madde başta olmak üzere düşünceyi ifade özgürlüğünü engelleyen bütün yasalar kaldırılacaktır,· Din dersleri kaldırılacaktır, · Din alanı inananlara bırakılacak, devlet eliyle dini kurumlara mali yardımlar kaldırılacak, din görevlilerin ücretleri cemaatler tarafından karşılanacak, devletin kurumlaşmasında hiçbir ücretli din görevlisi ve organizasyon olmayacak, Diyanet İşleri ile ilgili olarak siyasal partiler yasasında var olan maddeler kaldırılacaktır,· Siyasal yasaklara son verilecektir,· Hiçbir şahsı dışarıda bırakmayan, yıllardır sürmekte olan savaşın içinde yer almış olan Kürtlerin yasal siyaset yapabilmelerine de olanak tanıyan genel siyasal af çıkarılacaktır, · Devlet bütün inanç grupları karşısında eşit mesafede duracaktır,· Askeri yargı sistemine son verilecektir, · İşkence kesin bir biçimde sona erdirilecek, işkence yapan kamu personeli cezalandırılarak işine derhal son verilecektir,· Vicdani ret hakkı tanınacak, zorunlu askerlik hizmeti kaldırılacaktır,· Devlet içinde yuvalanmış bütün para-militer gruplar ile kont-gerilla grupları dağıtılacak, bu “devlet terörü” sorumluları işlemiş oldukları suçlardan dolayı yargı önüne çıkarılacak, siyasal nedenlerle tutuklu ve hükümlü bulunan herkese istisnasız siyasal af çıkarılarak yasal siyaset yapmalarına olanak tanınacaktır,· Er ve erbaşlara asgari ücretin altında olmamak üzere ücret ödenecektir,· Kadınlara ve cinsel yöneliminden dolayı dışlananlara ilişkin baskıcı ve ayrımcı maddeler yasalardan çıkarılacaktır, · Türk Ceza Yasası’nda “kadına karşı suç” kavramı getirilecektir,· F-Tipi ve benzeri insanlık onurunu aşağılayıcı ceza kurumları kapatılacak, cezaevlerinde tecrite son verilecek, bütün cezaevlerinde insanca yaşam koşulları sağlanacaktır. · Tüm dillerin eşitliği kabul edilecek ve her alandaki kullanımı serbest bırakılacaktır.· Dinin siyasallaşmasının önüne geçilecektir, · Gençlerin seçilme yaşı 18’e indirilecektir, · Çıraklık zorunlu eğitimi takip eden ve usta işçi olmaya yönelik bir eğitim süreci olacak ve sosyal güvenceye tabi tutulacak, istisnasız olarak sendikalara üye olma ve sendika kurma hakkına sahip olmaları sağlanacak, halihazırda var olan çıraklık eğitimi için uygun geçiş biçimleri düzenlenecektir,· Çocukların toplumsal koruma altında olması doğrultusunda yasalar değiştirilecektir. KADINLARIN KURTULUŞU İÇİN!· Kadınların kurtuluşu için hukuki, ekonomik, siyasal ve toplumsal bütün alanlarda kadınlara yönelik ayrımcılığa karşı mücadele edilecektir. Bedenimiz Bizimdir;Her kadın cinsel baskı, sömürü, şiddet ve istismardan uzak kendi bedenini kontrol etme hakkına sahiptir. · Namus kisvesi altında kadınları baskı altında tutan, intihara zorlayan, öldüren anlayışının cezalandırılması için gerekli yasal düzenlemeler yapılacaktır ve bu düzenlemelerin uygulanabilirliği sağlanacaktır, · LGBTT bireylerin yaşadığı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının önlenmesi için gereken yasal düzenlemeler yapılacaktır, · Bekaret kontrolü, evlenmeye zorlama gibi kadın cinselliğini baskı ve denetim altında tutan her türlü davranış cezalandırılacaktır, · Gebeliği önleme ya da sona erdirme konularında karar hakkı sadece kadınındır. Kadınların çocuk doğurup doğurmamalarına hiçbir şekilde müdahale edilmeyecektir. Kadınlar istedikleri kürtaj ya da doğum kontrol yöntemini serbestçe seçebilecektir,· Kadınların uygun sağlık koşullarında doğum yapmaları sağlanacaktır,· Tıbbi araştırmalarda erkek ve kadın için yüzde yüz etkili ve tamamen tehlikesiz doğum kontrol yöntemlerinin geliştirilmesine öncelik tanınacaktır,· Kürtaj, doğum kontrolü ve kadın sağlığı ile ilgili her türlü hizmeti veren ücretsiz ve ulaşılabilir sağlık birimleri kurulacak, üreme sağlığı ve cinsel sağlık konusundaki her türlü sorun, endişe ve düzensizliklerin teşhisi ve tedavisi bu birimler tarafından sağlanacaktır. Şiddete Son;· Kadınların evde, işte, sokakta yaşadıkları her türlü şiddetle mücadele edebilmelerini sağlayan ve yaşadıkları şiddetin etkilerini ortadan kaldırmaya dönük hizmet veren, merkezler açılacaktır. Bu merkezler yerel yönetimler ve hükümet tarafından finanse edilecektir, kadın örgütlerinin işbirliği ve denetiminde olacaktır, · Gözaltında ve savaşta şiddete ve cinsel şiddete maruz kalmış kadınların başvurabileceği, onlara danışmanlık yapan devletin baskıcı aygıtlarından bağımsız, kadın denetiminde özel merkezler oluşturulacaktır, · Savaş sırasında cinsel şiddete uğramış kadınların davaları hızla sonuçlandırılacaktır, tecavüzcüler savaş suçlusu ilan edilecektir.· Sokakların kadınlar için güvenli olması için kamu taşımacılığının, sokak aydınlatılmasının, acil durumlarda kullanılabilecek ücretsiz telefonların yaygınlaştırılmasının ve diğer kamu hizmetlerinin (kadın öğrenciler için yurt vb.) düzenlenmesi sağlanacaktır. Eğitimde Cinsiyetçiliğe Son; · Okullardaki eğitim anti-cinsiyetçi olmalı, öğrencilere toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız eğitim verilecektir. Okullardaki müfredat programı cinsiyetçilikten arındırılacaktır.· Kadınlar tüm eğitim kurumlarından ve mesleki eğitim programlarından serbestçe ve parasız olarak yararlanacaktır,· Eğitimde kadınları, sekreterlik, hemşirelik ve öğretmenlik gibi “kadın” işlerine iten her çeşit baskı ortadan kaldırılacaktır,· Okullardaki müfredata zorunlu toplumsal cinsiyet dersi konulacaktır,· Okullardaki eğitimcilerin de anti-cinsiyetçi eğitimden geçmeleri zorunlu kılınacaktır, Kadın Emeği;· Eş değer işe eşit ücret verilecektir.· Kadınlara doğum öncesi ve sonrasında toplam 1 yıl ücretli izin verilecektir. Babalara en az 6 ayı ücretli olmak üzere zorunlu doğum izni verilecektir.· Doğum yapmış kadınlara emzirdikleri sürece iş gününde üç saat süt izni verilecektir. Kadınların daha yoğun çalıştığı kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınacaktır ve bu çalışmalara sosyal güvence sağlanacaktır, · Kadınların ev içinde karşılıksız olarak ürettiği hizmetler, toplumsal kurumlar aracılığıyla karşılanacaktır, (ücretsiz çamaşırhaneler, aşevleri, temizlik hizmeti veren kurumlar, bakımevleri ve kreşler vb.). · İşe alınmada ve terfilerde kadınlara olumlu ayrımcılık uygulanacaktır. Siyaset ve Kadın;· Kadınların siyasal alana katılımını artırmak için Siyasi partiler yasası değiştirilerek, kadına yönelik pozitif ayrımcı uygulamalar yasal hale getirilecektir, kota uygulaması zorunlu olacaktır. BARIŞ HEMEN ŞİMDİ!· Irak, Kıbrıs, Afganistan, Gürcistan başta olmak üzere, her ne nedenle olursa olsun ülke sınırları dışında bulunan yerlerdeki askeri birlikler ve askeri personel geri çekilecektir,· ABD-İsrail-Türkiye İttifakı’ndan derhal çıkılacaktır,· NATO’dan çıkılacaktır, Türkiye’nin NATO’daki askeri varlığına son verilecektir,· Bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan bütün gizli askeri anlaşmalar açıklanacaktır,· Emperyalist merkezlerin çıkarlarının takipçisi olarak içine girilmiş olan bütün askeri ve siyasi örgütlenmeler terk edilecektir, bu kapsamda imzalanmış olan anlaşmalar feshedilecektir,· Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği’nden çıkılacaktır,· Komşularımızla olan ihtilaflı konular karşılıklı müzakereler ile zaman geçirmeksizin çözüme kavuşturulacaktır,· Türkiye’nin başta ABD olmak üzere emperyalist merkezlerin güdümünde Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya başta olmak üzere bir dizi bölgedeki maceracı emellerine derhal son verilecektir,· Kıbrıs’ın kaderinde söz sahibi olabilecek olanların sadece Kıbrıslılar olması prensibi çerçevesinde, Kıbrıs’ta demokratik bir çözüm yolunun bulunmasının engelini oluşturan bütün müdahalelere son verilecektir ve Kıbrıs’taki başta Türk askeri varlığı olmak üzere her türlü yabancı askeri güç geri çekilecektir; geçmiş dönemlerde Kıbrıs’ta işlenmiş olan savaş suçları ortaya çıkarılacaktır ve sorumluları cezalandırılacaktır,· Olağanüstü hal ve sıkıyönetim uygulamalarının halka karşı uygulanabilmesini mümkün kılan bütün hukuki düzenlemeler yasalardan çıkarılacaktır,· Olağanüstü hal uygulaması ortadan kaldırılacak, farklı bölgeler için değişik yasal uygulamalara son verilecektir,· Sınır ötesi bölgelerde, mücavir alanlarda, olağanüstü hal bölgesinde yapılmaktan olan bütün askeri harekâtlara son verilecek, demokratik kitle örgütü temsilcileri ve tarafların da içinde yer aldığı Hakikatleri Araştırma Komisyonu oluşturularak insan hakları ihlalleri araştırılacak ve sorumluları cezalandırılacaktır,· Zorunlu göçe tabi tutulanlardan yerlerine dönmek isteyenlere her türlü kolaylık sağlanacak ve uğramış oldukları zararlar tazmin edilecektir,
- Koruculuk ve özel kuvvetler kaldırılacak ve işlemiş oldukları suçlar açığa çıkarılarak ilgili personel yargı önüne çıkarılacaktır,
· Herkese kendi kültür ve dilini yaşatma ve geliştirme olanağı sağlanacak, şarta bağlı olmaksızın anadilde eğitim hakkı tanınacaktır. Öğretim sistemi bu prensibe uygun olarak yeniden reforme edilecektir,· Her dilde yayın yapma hakkı serbest olacak ve hiçbir sınırlamaya tabi olmayacaktır.
ÇOCUK HAKLARI
- Çocukların küçük insanlar oldukları kabulüyle İsçilerin Sosyalist Partisi çocukları ailelerin mülkü olarak görmelerinin sonucu ortaya çıkan egemenlik ilişkilerinin çocukların özgür insanlar olarak gelişmelerine karşı yarattığı engelleri ortadan kaldırmak için çağdaş normları içeren bir çocuk hakları yasasının oluşturulması için mücadele edecek ve bunu hayata geçirecektir,
- Risk altındaki çocukların eğitim ve rehabilitasyonu için gereken tedbirler kamu tarafından alınacaktır,
- Çocuk eğitiminde şiddet her türlü biçimiyle ortadan kaldırılacaktır.
ÇEVRE SORUNU
- Doğaya egemen olma anlayışı yerine çevre insan uyumunu bilince çıkarmayı sağlayacak, yaşayan her canlının varoluşunu insanın kendi varoluşunun bir gereği gibi kavramayı sağlayacak bir eğitim biçimi sürdürülecektir.
- Çevre yıkımına neden olan teknolojilerin en hızlı biçimde ortadan kaldırılması ve çevre koruyucu teknolojilerin bunların yerini alması sağlanacaktır.
- Nükleer santrallerin kurulmasına izin verilmeyecek, kurulu olanlar sökülecektir.
- Yıkıma uğramış çevrenin sağaltılması için gerekli fonlar yaratılacaktır.
FAŞİZME VE GERİCİLİĞE KARŞI! · Faşist ve ırkçı örgütlenmeler dağıtılacaktır,· Devlet aygıtı içindeki faşist ve dinci kadrolaşma tasfiye edilecektir,· Yazılı ve görsel basın faşist ve ırkçı propagandadan arındırılacaktır,· Eğitim müfredatı ırkçı ve gerici bütün öğelerden temizlenecektir.
GÖÇMEN İŞÇİLER SORUNU· İsçilerin Sosyalist Partisi kapitalizmin yarattığı yoksulluk sonucu yurt dışında çalışmak zorunda kalan milyonlarca işçilerin ve çocuklarının göçmen olmaktan kaynaklanan sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla onların oluşturduğu örgütlerle dayanışma içerisinde bulunur ve sorunların çözümüne doğrudan katkıcı olur. Bu amaç için gerekli örgütlenmelerin gerçekleştirilmesine yardımcı olur. Demokratik, bağımsız, barışçı, kardeşlik ülkesi bir Türkiye için tek seçenek sosyalizm! İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır! DÜNYA İŞÇİLERİ VE EZİLEN HALKLAR BİRLEŞİN!
www.sosyalistparti.net |